Recap #10
#HoYeon, #StevenYeun, #Barbie, #Jacquemus, #RM, #GwynethPaltrow, #BlackPink, #RyuichiSakamoto
Keyfi bir aradan sonra 15 günlük bir recap…
Başlamadan önce, bu kez iki şarkı var.
(Çünkü Don’t make me choooseeee!!!! -bunu victoria beckham 73 questions spoof’taki kızın tonlamasıyla okuyun. bu videoyu çıktığı ilk günden beri aşamıyorum. Sonunda bahsetmenin vakti gelmişti. CULTURAL RESET dediklerinden.)
BU HAFTA* BENİ MUTLU EDENLER
Yani işte geçtiğimiz 15 gün boyunca…
Yani illa mutluluk değil de White Lotus cephesinden ilk haberler gelmeye başladı. Bu kez Tayland’dayız. Mike White şöyle demiş: ilk sezon para, ikinci sezon seks, üçüncü sezon da din! Zaten ikinci sezon biter bitmez ortalarda bir eastern religion muhabbeti dönmeye başlamıştı. Hatta Asya ülkelerinde Four Seasons avına çıkmıştım. Neyse, cast konusunda wishlist’imde tabii kesinlikle Connie Britton ve Will Sharpe görmek var! (İkincisi konusunda elbette ümidim yok ama!) Connie’nin iki çocuğu da bu context’te çok iyi olur. Hele, Sydney Sweeney karakterinin kardeşine söylediği bir cümle vardı. “Paddle to Fiji, live your life” gibi… Belki Sofia’nın kızı CROQUET gibi ebeveynlerin kartıyla kendisine bir tatil ısmarlar. Meghann Fahy de spor hocasıyla buraya kaçabilir. (Spor hocasıydı değil mi o?) Ayrıca artık bir Laura Dern görme zamanımız gelmedi mi? Bir de bir Marina Abramovic impersonator’ı da iyi olurdu bu gelecek sezon. Bilmiyorum…
Hepiniz yeni Paul Mescal şort fotosunu görmüştür herhalde. Paul Mescal aynı zamanda A Streetcar Named Desire’daki rolüyle ödül de kaptı. Aynı törende - Olivier Awards’da ödül kazanan bir diğer isim de Jodie Comer!
BTS de Blackpink’in izinden gitmeye başladı. Yani konu moda olunca. Her bir üyeye farklı bir modaevi elçiliği atamaları hoşuma gidiyor. (Aespa ve Nmixx gibi nispeten daha az bilinenler toplu olarak bir markayla işbirliği halindeler, Givenchy ve Loewe!) Matthieu Blazy, RM’i yeni marka elçisi olarak duyurmakla kalmadı aynı zamanda kampanya yüzü de yaptı. Üstündekiler bir yerden tanıdık gelmiş olabilir. Dipnot; Bottega’nın bir diğer Güney Koreli marka elçisi Yoo Ah-in’di. (Burning’den ve Peggy Gou videosundan tanıyabilirsiniz. Bir süredir ülkesinde uyuşturucu kullanılımı nedeniyle cancel edildi. )
Şimdi haftalık kapak şeysi: Lina Zhang’ı Vogue Polonya’nın, Rianne Van Rompaey’i Bazaar Fransa’nın kapağında görmek fazlasıyla mutlu etti beni. İkisi de sevdiğim modellerin başında geliyor. V Magazine, Çin edisyonunu yayına almış. Ana akım dergilerin yeni ‘bayilik’ verme olayı hep hoşumuza gitmiştir. Bu arada hep Dazed ve W’nun Türkiye edisyonu olsa nasıl olurdu diye düşünmüşümdür…. Vogue İskandinavya’nın kendi talent’larını kapağa koyma merakı low key hoşuma gidiyor. Alicia Vikander, Tove Lo sonrasında bu kez Zara Larsson! Geçtiğimiz haftalarda Carmen Dell’Orefice’in en “yaşlı” kapak kızı (Vogue Çekoslvak) olduğunu söylemiştik. Vogue Filipinler HOLD MY BEER diyerek 106 YAŞINDAKİ APO WHANG-OD’u bize sundu. Kid Cudi M kapağında!!!! Frank Ocean gibi onu da görmek hep bir mutluluk sebebi bende.
Wes Anderson ve Asteroid City filminden ilk kareler geçen hafta geldi. Scar Jo, Margot Robbie (aralarında bizim kız Sweeney eksik) Tom Hanks ve Edward Norton! Liste Tilda Swinton, Hong Chau şeklinde uzuyor tabii. (Sosyal medyada bir Barbie etkisi yaratmadı.)
Çok yakın zamanda Taylor Russell, HoYeon, Alicia Vikander ve Michael Fassbender’ı beraber izliyeceğiz. Umarız Venedik- Cannes festival circuit’ine katılacak bir film olur. Yani aksi olmaz da, uyarmış olayım yapımcıları.
BU HAFTA BENİ ÜZENLER
KYLIE JENNER VE TIMOTHEE CHALAMET BİRLİKTELİĞİ!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
A Little Life, Londra’da sahnelenmeye başladı. Üzen kısmı izleyemeyecek olmam. Ama yani A Little Life tek değil. Londra sahnelerinde olanların - ki sahnelerle genelde pek ilgim yok, ama New York’ta olanlardan bence çok daha heycanlı - hiçbirini göremememiz…
Barbie Ferreira’nın Euphoria’ya dönmeyeceğini biliyorduk zaten. Ama bu hafta iyice kesinleşti. FAT BEST FRIEND OLMAK İSTEMİYORUM dedi. AŞIRI HAKLI! Geçen sefer, ilk sezondaki Only Fans girişimi üzerine bir şey getirmemekle beraber bütün bir 10 bölüm boyunca kenar süsü oldu kız.
En sevdiğim moda yazarı Rachel Tashjian, Bazaar’daki görevinden ayrılarak Robin Givhan’ın yanına Washington Post moda elibine katıldı. Üzen kısmı şu, yazılar artık paywall arkasında olacağından daha az okuyabileceğim. (Garip kısmı geçenlerde kendi kendime ya bu kız Bazaar’a hiç yakışmıyor ne zaman ayrılır acaba diyordum. Ki GQ’den buraya geçişine çok sevinmiştim.)
Korktuğum oluyor ve yeni jenerasyon yeni bir Harry Potter’la tanışacak. Eski cast’ın yeni maceralarını görmeyi tercih ederdim. Boomer’ların yeniden çevrimleri neden b*kladıklarını şimdi daha iyi anlıyorum.
BU HAFTA HİSLERİMİ ETKİLEMEYENLER
Gwyneth Paltrow davasına kendimi yeterince invest edemedim. AMA COURT STYLE kısmıyla kadının bir şekilde content üreticilerini beslemeye devam edebilmesi. SHE IS SO MOTHER FOR THIS!
Lady GaGa’nı Harley Quinn era’sından sızan ilk fotolar… Ve filmin wrap edilmiş oması.
BU HAFTA MUHAKKAK OKUMANIZ GEREKENLER
Bunu hatırlatmakta geç kalmış olabilirim ama Hunter Harris , OG SUBSTACKER! her pazar Succession bölümü yayınlandıktan sonra power rankings listeleri hazırlıyor. Bence üye olun ya da bir şekilde takip edin.
GQ, tarihinde ilk kez CREATIVITY AWARDS vermeye başlamış. Dergiler kendilerini relevant göstermek için ellerinden geleni yapıyor. Kapaklardan biri HoYeon. Onu çeken kişi (geçtiğimiz yıl Brad Pitt’i mumya heykeline çeviren, Vogue İtalya’daki Zendaya portfolyosunda nispeten daha iyi iş çıkaran ve şu anda New York Fotografiska’da sergisi olan) Elizaveta Porodina. Profili de derginin stil editörlerinden Yang-Yi Goh yazmış. (Yeri gelmişken: bence Türkiye’de güzel profil yazısı pek yazılmıyor. Yani artık porfil yazan da pek kalmadı. Genelde jenerik q&a’ler. Eskiden Vogue’un ilk yıllarında Ebru Çapa’nın profillerini beklerdim mesela.) Neyse yabancı profillerde en çok sevdiğim şey genelde içerikten ziyade yazar ve ünlünün buluştuğu ortam. Bazen bunların ne kadarı hayal ürünü, ne kadarı gerçek bilmiyorum ama… Bu kez şöyle bir şey:
After lunch, we drive to a flea market in a high school parking lot a few minutes away. Hoyeon doesn’t shop for clothes much these days, but her stylist told her about this market ages ago and she’s been wanting to check it out. We wind our way through dusty stalls stocked with old Star Wars toys and shredded jean jackets until we happen upon a lady sitting behind a tiny metal desk with a neon green typewriter on it. Her name is Lily, she explains, and she’ll write us a poem on the spot about anything we ask for.
“Let’s do it,” Hoyeon says.
PARİS’TEKİ JAPONLAR
Şimdi aslında bu konunun çıkış noktası yine bir GQ profili. Aralarında yukarıdaki HoYeon’un da olduğu kazananların arasında bir de Yohji Yamamoto var. Şimdi bu profili okurken aklıma birkaç şey takıldı. Onları sıralamak istiyorum.
Öncelikle koleksiyonlarını Paris’te sunan Japon tasarımcılarla başlayalım. bunların bazılarının atölyeleri Paris-based, bazıları koleksiyonlarını sunmaya bu şehre geliyor.
Rei Kawakubo, Yohji Yamamoto, Issey Miyake, Junya Watanbe, Kenzo Takada, Hanae Mori, Chitose Abe, Jun Takahashi, Nigo, Noir Kei Ninomiya. (Son zamanlarda popüler olan bir de Tomo Koizimu var. Ama o pek bu Paris circle’ında değil.)
Vogue ya da ELLE’in Fransız edisyonlarının bu mevzuya adadıkları bir sayı görmedim. Oysa Antwerp’ten çıkan tasarımcılar mesela sıklıkla masaya yatırılan bir konu.
İlla biri, bir röportajında Paris’e gelme sebebini açıklamıştır, ama neden Paris… Aralarındaki solidarity nasıl? Mesela yukarıdaki profilde Yohji şöyle diyor Rei Kawakubo’dan bahsederken…
“Since then, we have become kindred spirits in a friendly rivalry, sharing the same values in clothes-making and as fashion designers.”
“Since I lost Mr. Kenzo, Mr. Issey, I feel very alone,” he told me. “This lonesome feeling, you cannot imagine. I feel so isolated.”
Kenzo Takada, Paris’teki ilk Asyalı tasarımcı olarak biliniyor. Onu 1973’te Issey Miyake ve 77’te Hanae Mori takip etmiş. 81’de Yamamoto ve Kawakubo geliyor.
Showstudio bir roundtable discussion yapsa keşke. Paris’e ilk geldiklerinde onlara nasıl davranmışlar. Bu kültürde nasıl yollarını bulmuşlar, bir araya geliyorlar mı, Paris’i konuşuyorlar mı? Paris’teki Japonlar onların kıyafetlerini tercih ediyor mu? Sorular sorular…..
Alakasız gibi: Birkaç senedir, uzaktan uzaktan sadece Instagram’dan takip edebildiğim bir dergi var. Tempura Mag! Fransa’da hazırlanan ve basılan ama Japon kültürüne adanmış bir dergi. İçeriklerini pek bilemem ama onların da pek modayla alakalı bir sayı yaptıklarını görmedim. Bu arada Spotify adreslerini de şuraya iliştiriyorum. Arada harika playlist’ler oluşturuyorlar.
RANKING BLACKPINK SOLOLARI
Sonunda Jisoo’nun solosu geldiğine göre top 4’ümü açıklayabilirim. (Hepsinin birer tane daha şarkısı var. )
4 - Rosé - On The Ground (2002 Kelly Clarkson sound’u)
3- Jennie - Solo (Buna, Korece bilmeyenler nakarat kısmına tam da Bitch Im going solo gibi eşlik edebilir. Yani bize bence öyle sound ediyor. REAL POWER MOVE HUNTER)
2- Jisoo - Flower (Yıllardır bugünü bekliyorduk ve beklentilerimizi boşa çıkarmadığın için thanks Jisoo)
1- Lisa - Money (Ama bu o kadar efso ve life-anthem bir şarkı ki!!! The Stallion Harlem’de söylüyor gibi.)
LET’S GO BARBIE!!!!!
Chrissy Teigen sonrasında ben bu konuya daha fazla contribute edemem.


Ama self- generated Barbie posterlerinin en iyisini seçecek olursam.
Yılın sinema olayı resmen Greta Gerwig’in Barbie’si. Filme Barbie demek yetmiyor! Greta Gerwig’in Barbie’si demek daha cool değil mi? Nicolas Ghesquière’nin Balenciaga’sı, Tisci’nin Givenchy’si demek gibi…
Kiminle seyredeceksiniz, nerede seyredeceksiniz, seyretmeye giderken ne giyeceksiniz, öncesinde ya da sonrasında neler yiyip içeceksiniz. İlk girdiği cuma mı izleyeceksinz, cuma ya da cumartesi mi izleyeceksiniz… Basından dostlarım! Preview şansı gelirse hafta içi sabah 10’da izler misiniz? Yoksa vizyon beklenecek mi? Chrissy gibi I NEED A DOCUMENTARY! Ayrıca Chrissy as Vulture contributing editor WHENNNNNNN??
HAFTANIN REKLAM KAMPANYASI
Agresif Louis Vuitton x Kusama kapmanyasını ne kadar çok sevdiğimi newsletter’ın ilk günlerinde yazmıştım. Bu arada üç ayaklı kampanyanın celeb’li print ve billboard reklamlarının son level’ında karşımıza Cate Blanchett, Justin Timberlake (WHATT!), Lea Seydoux ve HoYeon çıktı. Kasımdan bu yana gördüğümüz kampanyaların ve drop’ların ilk ikisinde farklı jenerasyonlardan süpermodeller yer alıyordu. Neyse, enough with giving LV a platform!
Biraz da Jacquemus övelim. Jacq. Paris otobüslerini çantalarıyla giydirdi. Sokaklarda onları görmek için neler vermezdim diyebilecek kadar ileri gidebilirim ne kadar beğendiğimi anlatabilmek adına. Fikri kim buldu? Çantaların materyalleri ne? Lojistik açıdan nasıldı? Jacquemus parayı daha kaliteli şeyler yapmaya neden harcamıyor? Koleksiyonlarını neden resmi takvimde sunmuyor?
Neyse konuya Vuitton’dan girdim çünkü bu sıralar markalar kalıplarına sığamayarak üç boyutlu şekillerde sokaklara taşıyor reklam yaparken. Bakalım sırada ne var? Ami’nin Emily in Paris’teki kampanyasını da hatırlıyorsunuz değil mi? AHJAAAJAJ
BEEF!
Kendimi çok kaptırmak istemedim, ama newsletter’ın başına geçmeden de tadımlık izlemek istedim. Ama tam bir page turner ya da daha doğrusu binge-watchable bir dizi çıktı. Dört bölüm tek bir oturuşta bitti. Fazlası da gelirdi, ama kendimi frenledim diyeyim.
Ufak bir sürüş dalaşı talihsiz serüvenler dizisine yol açarken bir taraftan da kendimi ping pong topu gibi hissettim. Öfkeyi dışa vurma yarışında kazanan hangi taraf olacak derken … sürekli penaltılardan uzatmalar! Gerginlikler, kurnazlıklar, saç baş yolduran anlar ve bunun komedisi. Öfke insana neler yaptırabilir? Kendi sınırınızın ne olduğunu hiç düşündünüz mü bilmiyorum da bu TV/ sinema için üretenlere bazen tanrı muammelesi çekebiliyorum. Sıradan bir fikri alıp götürmek. Mesela ben olsam “ehh burdan hikaye mı çıkar şimdi” deyip ilk anda ilk fikri çöpe atardım. Neyse konu ben değilim.
Dizinin bu arada iki dünyası var. Ali Wong ve Steven Yeun tarafından bölünmüş. Ali Wong’un zengin girişimci kısmı tam bir Nocturnal Animals ya da Velvet Buzzsaw tadında. Yeun’ın işçi sınıfı hayatı da klasik, bildiğimiz A24 bağımsız Amerikan sineması sinamtografisi ve set tasarımı. Bir de “Bling Empire” gibi! (lol sorry) Asyalı tüm kültürlerden oyuncuları bir araya getirmişken 30 saniyeliğine Alan S. Kim için bir rol açamamalarına içerledim. Neyse dizi sayesinde elimizde yine bir sürü Steven Yeun fotosu ve röportajı oldu. Geçenlerde WSJ profilini paylaşmıştım. Bu kez de dizinin showrunner’ıyla sohbet halinde olduğu bir NY Times makalesi bırakıyorum buraya. Dizi kadar bu röp de eğlenceli.
VE UZUN ZAMANDIR BU KADAR İŞTAH KABARTAN title card’lar görmemiştim. En son LEGENDARY’nin fontarına hasta olduğumu hatırlıyorum ama…


GELECEK HAFTA PRE-DUMP
İstanbul Film Festivali başladı. Ben uzun bir favoriler Letterboxd listemi yine bırakıyorum buraya!
Burak Ata’nın Martch Art Project’teki yeni sergisini görmek. Ateşi Yaktık, Denizi İçtik serginin adı ya da yeni bir Game of Thrones bölümünün adı gibi.
Lara Ögel’in sergisinin ismi de bundan aşağı kalmıyor: Üzerimdeki Yıldızlı Gökyüzü ve İçimdeki. Galerist’te açıldı.
Yaeji albümü With a Hammer, cuma günü geldi. Bu hafta dinleme sırası onda.
YKY’nin yeni kitabı: John Craxton : Hayatın Lütufları - Bakalım, merak ettim. Elimdekiler biterse bu hafta alıp başlamayı planlıyorum. Tanıtım metninde şöyle bir cümle geçiyor:
John Craxton’ın İngiltere ve Ege kıyıları arasında geçen hayatı bir sanatçının önce kendini bulma ve sonra da tekrar tekrar yeniden var etme gücünü ispatlıyor. Usta bir kalemden çıkan, güneş ışığı, deniz tuzu ve neşeyi hissederek okunabilecek zengin bir 20. yüzyıl masalı...
HAFTANIN FOTOĞRAFLARI
Penelope Cruz, Zendaya, Law Roach, Tom Holland, Gigi Hadid Hindistan’da. En güzelden en çirkine sıralayabilir misiniz bu kareyi? Gelin ve ailesi olsa kime hangi rolü verirdiniz. Peki HUNTER’IN POWER RANKING’İNDE ZİRVEDE KİM OLURDU? Sorularınız ne olursa oldun dipteki isim Tom Holland.
Geçen hafta içinde en çok yaptığım şey sanırım Ryuichi Sakamoto’nun gençlik fotoğraflarını like etmek oldu. Açıkçası merak edip de hiç bakmamıştım bugüne kadar… Adamın her yaşı her erası ayrı bir fashion & life inspiration. REST IN PIECE KING!!!!


Gelecek hafta görüşmek üzere!