Başlamadan evvel... Bu hafta en çok
dinledim. Büyük ihtimalle Spotify wrapped’in snub edeceği o şarkı. Ve ikisi arasında seçim yapamadığım için… Bir parça daha.
Yan yana gelebileceklerini tahmin etmediğim bir ikili. Eski pop şarkılarının verdiği duyguyu bana geçirebilen her şeye bayılıyorum.
Bu hafta beni mutlu edenler
Nicolas Ghesquière, Louis Vuitton’da yeni bir döneme daha başlıyor. Kontratı beş yıl daha uzatıldı. İnternette her bir koleksiyonu sonrasında “my King”i savunmak pek kolay olmuyor ama ben onun yaptıklarının, yarattığı dünyanın büyük hayranıyım. Bence biraz styling’e kurban gidiyor ama, Alessandro Michele’nin geek, cyber chic’inin karşısında, retro-fütüristik burjuva chic’ine ben bayılıyorum. Ve ama, belki önümüzdeki beş sene boyunca belki biraz da(ha) cool red carpet look’ları yapabilir. Rumour has it; Emma Stone çok dertliymiş.
Emma Stone demişken. Geçen hafta grev sonlanmıştı. Perfect timing, çünkü aralıkta vizyona girmesi gereken Poor Things’in promo sezonunun artık başlaması gerekiyordu. Bir filmi daha kaptıracak gücüm yoktu. To be perfectly honest.
Peki grevin bitişi bize başka neyi öğretti! Jacob Elordi ve Barry Keoghan inanılmaz bir ikiliymiş. ARE THEY YOU KNOW?? Tam da Armie ve Timmy’nin CMBYN basın turu günlerinde olduğu gibi. (Timmy’le obsessed olduğumuz zamanlar. Simpler times.) Kararında bir şakalaşma daha fazlasını görmemiz konusunda bize hayal kurduruyor. Homo-erotik cinsel çekimleri aradığımız malzemeyi bize veriyor. Daha ne olsun! Bir de filmin Türkiye vizyon tarihi belli olsa! (Bir de Jacob’ın Barry’nin dizini ellediği sahne var. BEST PICTURE!)
Elordi’den (ve Barry’den) laf açılmışken bir ara rol arkadaşları Rosamund Pike’ın hesabına uğramayı ihmal etmeyin. Bu kadının “iron lady” vibe’ının altında ezilmek… Nasıl derler… My kink! (An Education’dan bu yana tapıyoruz!!!!!!!!!!)
Geçenlerde Laura, Reese ve Zoe Kravitz, New York’ta - sanırım yani- yemek yerken yakalanmışlardı. “Öff bir Big Little Lies sezonu daha gelir mi?” diye herkes söylenmeye başlarken, Kidman geçtiğimiz günlerde katıldığı konferansımsı bir şeyde üçüncü sezon için çalıştıklarını duyurmuş. Şöyle keşke White Lotus ve BLL arasında bir crossover, multiverse of madness bölümü olsa. Kızlar, White Lotus’a tatile gitseler. Orada Connie Britton ve Meghann Fahy ile karşılaşsalar. (Öff yine Holivud level producer olabilecek vizyondayken burada newsletter yazarak harcanıyorum.)
Abbott Elementary’nin yeni sezonu için pek fazlşa beklememize gerek yokmuş. Şubatta geliyor. Üstelik ilk bölüm bir saat uzunlukta olacakmış.
Love Island falan filan gibi takıntılarım yok, ama Single’s Inferno deyince akan sular duruyor. Hot Koreans dating in a deserted island! Count me in! Kısacası. 12 Aralık’ta yeni sezonu geliyormuş. Bu programın sunucularına karşı ayrı sevgi beslediğimi de belirtmeliyim.
Loewe ve stop motion yeni kampanyası. Anderson’ın Miyazaki’yle kurduğu evrenin devamıymış gibi. İzlerken insanın peluş bir şeylere sarılası geliyor.
Sabato De Sarno’nun tekmeyi bastığı her top gol oluyor. (Benden futbol referansı ne alaka şimdi?) Holiday ve Christmas kampanyası da yine böyle. İzlemeniz gerekiyor çok çok güzel.
Bakın böyle güzel şeyler insanın keyfini yerine getiriyor. Güzel bir kitap, film gibi… Güzellikler demişken herkesin gidip Ambidexter’deki (galerinin yeri Lüleci Hendek’te) Hilmi Can Özdemir’in sergisini görmesi gerekiyor. Uzun zamandır bu kadar güzel/ keyiflendiren ve içinde yine nostalji olan bir sergi görmemiştim. Kalp kıran değil, ama kalbinin orta yerinde bir duygu dalgalanmasına yol açan bir güzelliği var. Tanıdık gibi, ama yeni de…
Bu hafta beni en çok eğlendiren
barbenheimer’dan bu yana en iyi film promo’su.
Glen Powell ve Sydney Sweeney’nin filmleri - Anyone But You- yakında geliyor ve bu hafta ikisi trailer’larını bize izletmek için yan yana geldiler. Sonra Nathan Fielder ve Emma Stone bu trailer tanıtma olayıyla dalga geçerek benzer bir şekilde dizilerinin fragmanını düşürdüler. Bu kez Glen ve Sdyney’nin filminin yönetmeni de karşı atağa geçerek The Curse’ün afişini kendi filmlerine uyarladı. Ay neyse. Anlatırken komedisi kaçan espiriler gibi oldu.
(Bir de filmin yönetmeni Will Gluck ve Nathan’ın post’larını okumanız gerekiyor.)


bu ödül sezonunun kazananı sofia coppola (ve jacob elordi)
barbenheimer bitip, grevlerin başlamasıyla ortalığı bir sessizlik kapladı, timmy’nin de dediği gibi “promote edebildiğim tek şey chanel parfümümdü.” evet bütün bu oyuncular aramızda olmaya devam ettiler, street style fotoları, dergi kapakları falan… honestly film konuşmadıktan ve film promote ederkenki oyuncu ilişkilerini göremedikten sonra ünlü olmanın pek de bir marifeti yokmuş. daha doğrusu ünlü seviciliğinin.
neyse sofia, yeni bir film, yeni bir kitap ve fashion darling olmanın kaymağını yerken bir de TikTok obsessed kızı vardı hani. Meğerse romy bir de filmin setini ziyaret etmiş NEDEN… JACOB’LA FOTO YAKALAMAK İÇİN. Annesinden iPhone’la çekmesini isterken, Sofia öyle bir side eye yapıyor ki… Ancak analogla çekerim bebeğim diyor sonra. Jacob’ın Barry’nin dizine dokunduğu an gibi bu da… and the oscar goes to!
Lütfen işi gücü bırakıp şu link’i izleyin.
Bu hafta beni şaşırtanlar
Ya da aslında üzen. Gecikmeli olarak hani geçen hafta bahsettiğim, British Vogue’un Kasım sayısını aldım. Hani Vogue House tribute’u olan. Yine bu konuda GREAT VINCE ALETTI’nin bir quote’unu paylaşmak istiyorum. Ve yine vaktinde bu sözü screenshot’layarak bir yerlere kaydetmediğim için çok hayıflanıyorum ama basically şöyle diyordu. “Bazı fotoğraflar gerçekten güzel olabilir, ama print dünyası bambaşka. Dergi sayfasında, tekil fotoyken sahip olduğu gücü koruyamaz, ayrıca layout da her şeydir” gibi gibi bir şey. Hem bir dergici olarak hem bir okur olarak her zaman bu sözün gerçekliğine inanmışımdır, savunmuşumdur ve bu sözün varlığını öğrendikten sonra da düşüncelerimin validated olmasına sevinmiştim.
Neyse, kısacası şu efsane Vogue House portfolyolu yeni sayıyı alınca bu hislerim yine canlandı. Instagram’da tekil kareler olarak efsane ötesi duruyorlardı. Bence benim gibi koleksiyon yapmayı sevenler için yine güzel bir anı sayısı ama layout’ta fazla kaotik geldi tüm çekim. Fotoğraflar da, hikaye de bütün özelliğini bir anda kaybetti gibi oldu. Hele fotolar içine yerleştirilen yazılar için seçilmiş fontlar. Tamamıyla göz yoruyor.
Yalnız bir olay var ki. Kahkaha attım. Edito’sunda kendinden önceki yayın yönetmeni Alexandra Shulman’a dev laf çakmış. Edward da ekip fotosunu yayınlamış bu sayıda. (Bilmeyenler için Alex’in veda sayısındaki ekip fotosu full beyaz editörlerden oluşunca Naomi bu ne kepazelik diye post yapmıştı.) Fotonun altına her şeyin nasıl değiştiği yazıyor.
Bir de şu mevzu var. Vogue bence hâlâ mainstream moda dergiciliğinde dünyanın bir numarası. Ama gün geçtikçe havasını kaybediyor. Bunun en başında da bütçe derdi nedeniyle kemer sıkma politikası. Eskiden dört büyüklerin (USA- UK- FR VE ITA) edisyonlarının bırakın aynı konuyu reprint etmeleri, aynı subject’i paylaşmaları bile skandalen mesela şimdi benim bütün dergi okuma keyfimin içine ettiler. Ekim USA sayısındaki Pieter röportajı yine burda karşıma çıktı. 2023’ün en iyi sayılarından biri olan Isabella Rosellini’nin olduğu Vogue Italia’yı da edinmek istedim. Ama kapak dışında bütün konular iki aydır UK ve USA edisyonlarında gördüğüm içerikler. Neyse. bu olaya feci takık ve sinirliyim.
Literally şaşırtan, Karlie Kloss’un iD’yi satın alması. Şimdi, Karlie kendini kapak yapacak mı? Esasında bu dergi Terry Jones sonrasında yayın hayatına son vermeliydi. Ama hadi neyse, Kloss’u da hiçbir zaman sevememişimdir. Bugüne kadar beğendiğim tek çekimi de 18 olur olmaz, Vogue Italia’nın aralık sayısı için soyunmasıdır.
Haftanın kapakları
Brit Vogue’dan dewamke! Mart’ta son sayısını yayınlamadan önce Edward’ın son december issue’su. Bu yüzden bir full circle moment yaparak ilk (aralık) sayısında olduğu gibi yine dergiyi GREAT BRITAIN temasına ayırdı. Şimdi çoafedersiniz ama bu GREAT BRITAIN olayını hep çok …. neyse argo kelime yazmayacağım POWER MOVE bir tanım olarak bulmuşumdur. Edward’ın ilk sayısı da yine böyleydi. Bu da… Cast efsane… Olivia Colman, Kate Moss, sonunda - hani geçenlerde ağlıyordum, neden bir kapağı yok diye- Tilda Swinton, Stormzy. Ayrıca İngilizliğin hakkını vererek, fotoğrafçısından styling’e full Great Britain. Yalnız bir şeyi pek beğenmedim. Kapaklar… Nasıl derler biraz unfinished duruyor. Grafik tasarımın art direction’ı aramızda değil gibi, non? Bir de herkes gidip YouTube’da Olivia’nın videolarını izlesin please.
Marina Abramovic’in Vogue Portekiz kapağı.
Barrey Keoghan, Wonderland’de.
M kapağı bizi Rothko Chapel’e götürüyor.
Glen Powell, Men’s Health’in kapağında. Dergiciliğe 2012’de Men’s Health’te başladığım için böyle internet friendly- tıpkı geçen seneki Lenny Kravtiz kapağında olduğu gibi MH işleri bana nostalji hissi yüklüyor. Bir de o yıllarda asla böyle fragile masculinity hikayeleri yapmazlardı. Yani genel medya yaklaşımı tabii öyleydi, bknz GQ. Yok kafasını beyaz havluyla bağlayıp, eline cips paketi vermeler, yok şeftali göstermeler falan…Genelde kapak hikayeleri “5678 ton ağırlığındaki lastikleri kaldırırken yerler de damlayan terimle gölete dönüşüyordu” gibi Marvel kahramanlarının role hazırlık sürecini anlatıyordu. Bir de Joe Manganiello’yu!
Haftanın esas dergicilik olayı tabii ki GQ Men of The Year kapakları. Geçen hafta yayın yönetmeni Will Welch’in Tom Ford röportajını web’de paylaşmasıyla tease ettiği sayının geri kalanı bu hafta yayınlandı. (Ve Timmy’nin kapak olduğu sayı da henüz ülke sınırlarına girmedi:/ Gören varsa bana location pin drop etsin, please!) Kapakların grafik tasarımı tam bir 2000’ler, ME LIKEY! Travis Scott yerine başka bir yılın adamı seçilebilirdi ve bu internette neden çok gündem olmadı anlamış değilim, ama Kim Kardashian ve Jacob Elordi’den daha çok kim hak edebilirdi ki bu yıl??? Kim markası Skims’le, neredeyse skandal öncesi Balenciaga’nın PR taktikleri gibi her hafta yeni bir haber drop ederek sürekli markasını konuşturuyor. Son bir ayda önce erkek line’ını duyurdu, sonra NBA anlaşması geldi, arada bir Swarovski işbirliği ve son olarak 60’ların Fransız Lui’sinin estetiğini yansıttığı Holiday kampanyaları. Eh, kendisi bir de dizide oynadı… Şu an yılın ilk yarısında neler yaptığını net hatırlamamakla beraber, bu kadına saygım son zamanlarda tavan. Ya da sevgim. Ama haftanın esas BREAK THE INTERNET moment’ı Jacob Elordi’nin neredeyse Yves Saint Laurent’ı impersonate ettiği kapağıydı. Kısa kariyerinde henüz bu ikinci kapağı ve ikisi de birbirinden güzel. Ne diyelim!
FTHTSI’nin kapağı geç kalınmış bir SILENT LUXURY ISSUE gibi dursa da aslında bir THE ROW portresi. Ki bu da geç kalınmış bir The Row ve Silent Luxury hikayesi nereden bakarsanız bakın.
Greta Gerwig, Vanity Fair kapağında. Awards season promo’ları gerçekten başladı…
The New Yorker kapağı da gündemi meşgul eden AI olaylarına gönderme yapıyor. Kapak Chritoph Niemann’ın. Yine Netflix’teki Abstract belgeselini izleyesim geldi.
The Crown
2016’dan beri bu diziyi beklemek, yaz tatili ya da yeni yıl için geri sayım yapmak gibi bir şey oldu. Bir ay sonra komple veda edecek olmak biraz üzüyor o ayrı. Kraliçe ölüp gittiğinden bu yana bu aileye eskisi gibi merak beslemiyorum. WAIT DAHA ÖNCE NASIL MERAKLIYDIN gibi sorularla gelmeyin lütfen. Neyse tabii ki bir şeyler izlerken bir şeyler yemek ve içmek gibi bir huyum var ama PRINCESS MARGARET’ı izleyeceğimi bildiğim için cin tonik hazırlamadan oturamıyorum bu dizinin başına. Dün hatta artık en sonunda nadir kitap’a girip “ya bu kadın hakkında daha çok şey öğrenmek istiyorum” derken buldum kendimi.
Neyse işte The Crown’ın son sezonunun ilk part’ına başlar başlamaz. Aklıma birkaç şey geldi.
Hâlâ en iyi kraliçe, Claire Foy!
Favori Margaret’ım… Aslında üçünü de çok sevdim, ama Bonham Carter fazla ağırbaşlı kalıyordu saki. Vanessa Kirby’nin genç slutty’liğini şimdilerde Lesley Manville devraldı. Bence bu kadına regal duruş efsane yakışıyor. Ayrıca karakter odaklı bölümlerde de hep Margaret’ın hikayesi favorim oldu. Vanessa’nın kaçamakları, Bonham Carter’ın ailenin yok saydığı fertleri ziyaret etme/ bulma çabası falan filan.
Üçüncü ve dördüncü sezonlardaki Princess Anne! SHE ATE!!! Ama genel olarak cuntiest royal. Alev alev. Bugün hâlâ taktığı gözlükler falan. Kim bu kadın? Hikayesi ne? Her gün neler yapıyor…
Diana’nın oyuna dahil oluşuyla dizinin gidişatının değişmesi de çok ilginç. İlk dört sezon neredeyse her yıldan bir önemli olaya değinerek docu series vibe’ı veriyordu. Özellikle beşten sonra devam eden uzun bir hikayenin parçası gibi olduk sanki.
Churchill ve Tatcher’a da en az kraliyet ailesi kadar özenli bir story line vermeleri… Litgow da, Gillian da efsane yarattı.

Biraz da bu sezonu konuşacak olursak;
Hayata karşı olan bütün sinirimi ve öflemi el Fayed’lerden çıkarmak istiyorum şu anda. Biliyorum bunu söylemek pek de culturally appropriate bir şey değil. Özellikle baba Fayed’in benzer bir şeyi demesinden sonra. Anyways, konu o değil, o yüzden yazıyorum buraya. Üçüncü bölümün klostrofobisi altında fena boğuldum. Hikayenin nereye gideceğini biliyorsunuz ama değiştiremeyeceğinizi bildiğiniz bir duygunun içindesiniz. Ha bir de Fayed’ler hakkında bir yorum daha. Hayattaki en low yaklaşım sanırım, ISRAR! Diana geldi geleli dizinin POV’u değişti gibi. Son bölümü ve kraliçenin basiretsizliği, kendi vicdanını rahatlatma çabasıyla söylediği (kendi kendine) yalanları film olan The Queen daha iyi yansıtmıştı sanki. İlla karşılaştırma yapmam gerekise.
Belki okursunuz…
Sınırları, kırmızı çizgileri olan insanları seviyorum. Bazen eften püften şeyler de olabiliyor. Bazen daha ciddi. Rachel Tashjian, bu hafta da bizi Yohji Yamamoto porfiliyle kutsadı.
Bakın,
Call me Ishmael!
Mrs Dolloway said she would buy the flowers herserlf
Gibi ikonik roman açılışları vardır ya. Aynı şey bence celeb profilleri için de geçerli.
Rachel’ın bu haftaki profili de böyle başlıyor bence…
At 80, fashion designer Yohji Yamamoto still chain smokes, still dreams of gangsters and cowboys, still gambles like there’s no tomorrow.
Neyse benim konuya giriş yapma şeklime gelince, Yohji aslında, Clint Eastwood fanıymış. Ama Clint’in silah fanı olduğunu öğrenince, Yohji de fanboyluk yapmaktan geri çekilmiş. Bir de bazen bazı yazılar kısa gelir ya, bu da onlardan… Yohji hakkında daha çok şey öğrenmek bir kenara, Rachel’ın daha çok anlatmasını istedim sanırım. Gift link olduğu için yazı herkese açık!
Hollywood is back!
Hani bir tane meme vardı ya. Harry ve Meghan kraliyet ailesinden ayrıldığı zaman, The Crown writers now diye. Bir de Phoebe Philo yeni koleksiyonunu tanıttıktan sonra Zara designers now diye güncellenmişti. Masa başından bir anda çil yavuru gibi dağılan insanlar. İşte grevlerin bitişiyle o dağılan insanlar şimdi bir anda masanın etrafında toplanmaya başladı. (Mesela Cillian Murphy sadece peynir yemekle meşgulmuş bu sürede.)
British ve USA GQ edisyonlarının Men of The Year partileri.
Özellikle Brit GQ kırmızı halı röplerini izlemeniz lazım. Amelia Dimoldenberg bir efsane.
Megan The Stallion da Salih Balta’dan giydirilmiş GQ USA event’inde.
Aynı gecede Barry ve Jacob öpüştü işte.
Variety’nin sektördeki kadınları onurlandığı gece… Carey mulligan, lily gladstone, billie eilish, dua, margot ve herkes oradaydı!
May December’a alelacele düzenlenen gala. Orada iki kraliçe var ama CHARLES MELTON ATE THEM!!!!! (Yalnız bu yabancı dil twitter jargonuna o kadar bel bağlıyorum ki, dergide bile yazı yazarken she ate, serving cunt, mother falan yazasım geliyor.)
The Crown’ın LA galası. Şu yeni prenslerin tamamı… Cümleyi siz tamamlarsınız.
Rufus Kampa HER ŞEY! Sağdakileri de gelecek ay konuşuruz.
Timmy Japonya’da. Üstündeki deri trench’in deriliğine bakar mısınız?
Gelecek hafta pre-dump
Aranızda The Curse’e başlayan oldu mu? Yeterince konuşulmuyor mu? Yoksa ben mi internetten uzak kaldım? Şimdiye kadar iki bölümü yayınlandı. Bu hafta bir bakarım. Ama Emma Stone’un bir önceki dizisi, yani sanırım başka dizisi de yok ama, Maniac da sessiz sedasız geçmişti sanki.
İzlemek için sabırsızlandığım bir başka dizi. Brit Marling’in, Zal Batmanglij’le yeni dizisi. A Murder at the End of the Wold. Emma Corrin ve Clive Owen başrolde. Şimdilik iki bölüm geldi. Diğeri de bugün drop ediyor sanırım.
Açlık Oyunları bu hafta sonu vizyona geldi. Henüz izlemeyenler varsa, Çocuk ve Balıkçıl, Bir Düşüşün Anatomisi de hâlâ vizyonda.
Haftanın fotoğrafı
İçinde Paul Mescal’ın olduğu her kare haftanın fotoğrafıdır demiştim size.
Gelecek hafta görüşmek üzere!