Başlamadan önce; bu hafta en çok…
The Last Showgirl izlediğimden beri Total Eclipse of the Heart dinliyorum. Eş zamanlı kendime Hacks yüklemesi de yaptığım için Jamie Lee Curtis’in karakteri gibi sürekli Vegas’ta dans ederken görüyorum kendimi.
Ayrıca cumadan beri Jennie ve Lady GaGa albümleri rotasyonda dönüyor.
Random
Newsletter’ın gönder tuşuna basmadan önce gördüğüm o reels, Jonathan Anderson net bir şekilde Loewe’ye veda ediyor sanırım. (Bknz. son post’u.)
Tam bir hafta sonra hâlâ Oscar konuşmak istemiyorum ama Mikey Madison’ın Dior’unu başta custom Prada sanmıştım, yakın zamanda Prada’nın red carpet look’larını düşününce. Maria Grazia, OG bir Dior couture’u uyarlamıştı oysa. Moda dünyasında mirasın nasıl aktarıldığına dair muazzam bir örnek. Prada bu silueti yaparken her şey daha “regal” duruyordu sadece. Bir kez daha burada Nicolas Ghesquière’in Louis Vuitton red carpet look’larına dalmak istemiyorum ama; mesela eskiden bu işi hiç beceremezdi. Sonra bir anda herhalde yeni tasarımcılar geldi ekibe ve celeb red carpet olayında daha çok başarılı olmaya başladı. Ama görüyorum ki bu look’ların hiçbiri bir hikaye anlatmıyor, o taptığım unique vizyonuna hiç uymuyor. Birbirinden kopuk, great gowns. Beautiful gowns.
Oscar’dan sonra haftanın ikinci büyük önemli etkinliği bir 60 yıl sonra gelen Battle of Versailles - part 2. Bu kez Paris geriden geliyor. Louvre’da yapılan galanın Met’in ağırlığı yanında elbette lafı bile edilemez. Megawatt celeb enerjisi yoktu. Sanırım büyük sponsorlardan biri Cartier’di. Çünkü herkeste Cartier vardı. Doechi yıldızdı, ama Doechi genel olarak Paris Moda Haftası’nın yıldızıydı. Le Grand Dîner du Louvre’un düzenlenme sebebiyse Louvre Couture: Objets d’art, objets de mode sergisini kutlamaktı. Her yıl düzenlenecek mi bilmiyorum ama yıllar sonra geri dönüp birinin anı kitabında bu event’in shade’lenmesini kesin bekliyorum.
Jennie’nin “Ruby”siyle beraber bütün BlackPink üyeleri solo albümlerini yayınlamış bulunuyor. Aralarında bir ranking yapmak istersem sanırım zirveye de Ruby’i koyarım, sadece dört şarkıyla Jisoo’nun Amortage’ını liste dışı bırakmak isteyebilirdim, ama diğer üç üye, gruplarının adını, güçlerini kullanarak yaptıkları globetrotting ile kurdukları network’ü albümlerine davet ettiklerinden (Bruno Mars, Doechi, Dua Lipa, Rosalia) Jisoo’nun - my shy princess- literally solo takılıp kendi safe zone’unda takılmasını da tebrik ediyorum…
Mayhem’e gelince, sanırım Abracadabra dışında favorim Perfect Celebrity… Totalde bakınca Fame: Monster ya da Born This Way’in üzerine çıkabilen bir albüm değil bence… I couldn’t help but wonder… GaGa bir gün kendi eşiğini kırabilecek mi? Bir şekilde bu yeni era’sının pr sürecinin dergi yansıması olarak ELLE kapağı olmasını da anlamış değilim… (Gereksiz bir hissel trivia.)
Dün Türkan Şoray’ın ve Rutkay Aziz’in Ada filmini izledim. 65 dakika ve YouTube’da var. Peride Celal uyarlamasıymış. Şimdi life goal şekilde internette Peride Celal kitaplarını satın alma avındayım. Kendisi aynı zamanda Zeynep Ergun’un annesiymiş. İstanbul Üniversitesi’nde vaktinde ingiliz edebiyatı bölümünün başkanı. hemen yan odada, amerikan kültürü bölümünde okusam da, kendisinin namı bütün fakülteye yayılmıştı. çok daha merak ettim. Peride Celal’in başka uyarlamaları bulunuyormuş bir de. bakalım. new obsession just dropped.
Filmde garip bir şekilde şehir hatları vapurunun sirkeci’den kalktıktan sonra kadıköy’e uğrama detayını bile çok sevdim. şimdiki yönetmenler could never.
Sonbahar/Kış 25 koleksiyonlarında çok fazla kürk var. ama çok fazla. bunun üzerine yazılacak yazıları sabırsızlıkla bekliyorum.
Ajda Pekkan’ın şarkısını COS kampanyasında zaten görmüşsünüzdür. Sürekli papağan gibi tekrar ettiğim o ikonik Burberry soundtrack’i gibi… Hani Bailey’nin bize Dusty Springfield’leri dayadığı o yıl.
Bu hafta internetteki en güzel şey


En görkemli işlerin sıradan fikirlerden yola çıktığı önermesini daha derli toplu laflarla anlatan sözler vardır. How to Spend It’in bu sayısı onlardan. Hepimizin görmekten çok hoşlandığı, hayatın içinden, gerçek, sakin bir anı dondurup kapak yapmışlar. Genelde moda çekimlerinin stüdyonun dışına taşma fikrini hep daha çok tercih ediyorum. Ama random bir great outdoors olmanın dışında seyahatvari, hikaye anlatan işler hep favorim. Birçok kez dergilerin ve dergi fotoğrafçılığının ınstagram’dan ilham alması değil, tam tersini savunduğumu görmüşsünüzdür. Ama when done right… Temmuz/ Ağustos’ta feed’i scroll ederken onlarca kez karşılaştığımız o fotoğraf. Fazlasıyla charming. Torunlarıma bu fotoğrafların büyük büyük dedelerine ait olduğunu söyleyeceğim.
ortaya karışık londra-milano-paris recap part i
New York dışında moda haftaları hakkında pek konuşma fırsatım olmadı burada sanki. Ve New York dışında bu sezon hemen her gördüğümü beğendiğim. Bazıları komple akılda kalıcı şeylerdi, bazılarında öne çıkan bir iki siluet ya da materyal vardı. Ama 2024 Oscar sezonunun aksine gelecek kışın defileleri fazlasıyla iyiydi.
Her sezon özellikle beklediğim üç defile var. Prada, Bottega ve Loewe. Son ikisini bu kez izleyemedik. Bottega bunun yerine Louise Trotter’ın davetiyle bir Patti Smith konseri düzenledi. Patti, Bottega mı? Bence değil, ama yeni gelen bir tasarımcının, “bakın henüz tabii ki koleksiyon hazırlayacak vaktim yoktu, ama yine de size dünyamdan bir şey göstermek istedim” demesi bence çok iyi bir yaklaşım. Yanılmıyorsam daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmadık. Bir taraftan Patti’nin yüksek modanın bir parçası olma fikrinde de beni rahatsız eden bir şeyler var. Yani rahatsız da demeyeceğim ama… Jonathan Anderson’ın yokluğu da artık sinir bozucu olmaya başladı. Ama zaten sürekli üzerinde durduğumuz şey, son zamanlarda bu pek fazla karşılaştığımız tasarımcı değişimlerinin pek iyi handle edilememesi. Yani açıkça belli ki, Anderson bir yere gidiyor ve Anderson artık bulduğu fikirleri yeni eve saklamak istiyor… Bu arafta olma durumu neden…
Paris Moda Haftası’ysa her zamankinden daha heyecanlıydı. Tom Ford, Givenchy ve Dries Van Noten, moda dünyasında trendlere yön veren üç ana modaevi olmasa da şu anda çizmeye başladıkları yeni rota herkesi heyecanlandırmaya yetiyordu. Moda dünyasının -lowkey- en çok sevdiği iki tasarımcı ve moda dünyasının yakından tanımamasına rağmen pozitif hisler beslediği bir tasarımcının ilk koleksiyonlarını izleyecektik çünkü. Büyük ihtimalle esas karnaval eylül ayındaki İlkbahar/Yaz 2026 defilelerinde yaşanacak. Chanel’le birlikte olası Gucci ve Dior’un yeni kreatif direktörlerinin ilk koleksiyonları. Bunlar esas trendsetter markalar zira.
Neyse; bu özetle beraber Londra’yla başlayalım. Daniel Lee bugüne kadarki en Burberry koleksiyonunu sundu. Yanılmıyorsam Laura Sherman’dı, “Christopher Bailey bugün markada olsa tıpkı bu koleksiyon gibi bir şey üretirdi” diyen. Fena haklı, çünkü sonunda o eski Burberry ihtişamını izledik. Ne Tisci’nin olmamışlığı, ne Lee’nin yeni bir şeyler yapmam gerekiyor gerginliğiyle ortaya çıkan arada kalmışlık hissi vardı. Koleksiyon adeta United Kingdom! İrlandalı Sinead O’connor, İskoçların Great Outdoors’u ve tabii İngilizler. Genelde birkaç marketing taktiğiyle gelecek sezon popüler kültürü domine etmesi beklenen bir sinema filmi fikrinden yola çıkmanın daha revaçta olduğu bir anlatıda (ya da kült klasikler) Lee’nin ilham kaynağım Saltburn olması da ilginçti. Podyumda da Richard E Grant vardı. Londra Moda Haftası’ndaki en büyük trend zaten defilelerde yürüyen ünlülerdi. Bknz. Simone Rocha ve Burberry, ikisi de line up’a bir celebrity ismi yerleştirmek yerine Prada’nın önce 2012’de ardından fikri tekrar ederek 2022’de yaptığı gibi all star bir cast’ı seçmişti. Yakın zamanda Burberry kampanyasında gördüğümüz Kate Winslet maalesef podyumda ya da konuklar arasında yoktu. Oscar kazandığı yıl giymiş olduğu Yves Saint Laurent (Stefano Pilati) sonrasında kariyerindeki ikinci “fashionable” an sanırım.
Balmoral’a, sonu shire’le biten Aberdeenshire gibi yerlere gittiğinizde İngilizler gerçekten böyle mi giyinip kuşanıyor, buna emin değilim ama Kraliçe Elizabeth’i The Crown’da canlandıran Claire Foy’un karakterinin stili de, posh kadifeler, bomber’lar, sahip olmak isteyeceğim kazaklar vardı koleksiyonda. Benzer stili yakın zamanda Silvia Fendi, Fendi’nin erkek koleksiyonunda yapmıştı, ki onun da hikayesi çok güzeldi. Çok garip kimilerinin moodboard’ında her sezon gwyneth’in 90’lar stili ve carolyn kennedy’nin olduğu gibi, kiminin de bu İngiliz kırsalı olduğuna eminim. Yani emin değilim, ortada işte. Burberry’i kapatan kişiyse İskoç model Kirsty Hume.
Simone Rocha için de bir şeyler demek isterim çünkü bence bugüne kadar yaptığı en iyi koleksiyonu izledik Rocha benim için ender tasarımcılardan, yani şu manada. Benim hemen hemen modayla ilgilenmeye başladığım 2010’ların ilk günlerinde ilk koleksiyonunu sundu. Ve o günden bu yana takip ediyorum. Yaptığını şuna benzeteceğim. İlkokul birinci sınıfta hani en basic matematik kurallarını öğrenirsiniz ya, ama bir dersi kaçırınca lise sona geldiğinizde bir şey anlamayabililirsiniz, çünkü her yeni öğreneceğiniz şey bir önceki kural üzerine kuruludur. Rocha’nın yaptıkları da böyle. Dersimiz hep aynı, ama hiçbir zaman tekrar yok.
Sarah Burton’ın Givenchy koleksiyonuna bayıldım. Ama internet çok sevmedi. Yani internet de çok sevdi, ama zaman zaman fikirlerine ve görüşlerine değer verdiğim birkaç isim hiç beğenmedi. Bunu anlamsız buldum. Sarah Burton’ın Givenchy’si, Riccardo Tisci’nin Givenchy’si gibi değidli. Sarah Burton’un Givenchy’si Clare’in Givenchy’si gibiydi, yani orijinal Hubert de Givenchy. Modern olmamakla bile suçlandı. Her ne olduysa bir anda herkes modernlik eksperi kesildi. Oysa Sarah bir koleksiyonun izleyicisine vermesi gereken her şeyi verdi. Açılıştaki mesh ve logolu elbise. Jet set, it girl, street style yaz günü party animal’lar içindi. Deri ceketler ve paltolar, kum saati formundaki blazerlar. Hepsi direkt mağazaya gitmek için. Muazzam bir terzilik örneği de gördük. Sonra; Elle Fanning’in Oscar elbisesi geleneği, Timothee’nin Oscar look’u moderniteyi temsil ediyordu, eğer illa ki modernliğe kafayı bu kadar taktıksa…
Farklı yollar var, Nicolas Ghesquire’nin de Demna’nın da Balenciaga’da yaptığı mesela… İkisinin stili birbirinden tamamen farklı olsa da markayı modernleştirdi mi evet! Riccardo Tisci’ni Givenchy’si de böyleydi. Tisci’nin Abramovic’le, Avenue George V’den halkı selamlaması, Kim Kardashian’ın hamileyken Met’te giydiği elbise zamanın ruhuyla şekillenen ve yön verendi. Raf Simons ve Maria Grazia’nın (belki slogan tişörtleri dışında) yaptığı hiçbir şey için modern demezdim…
These were clothes made to be worn, not costumes to be Instagrammed. Clothes that you wanted to buy, because they seemed to foreground the grown-up you might become.
Yazmış Vanessa Friedman Givenchy için.
Haider Ackermann’a gelince. Tom Ford’dan sonra Tom Ford olabilecek en iyi adaymış gerçekten de. Ford’un Gucci’si, Yves Saint Laurent’ı, ve Tom Ford’u her birinden bir şeyler vardı. Vanessa Friedman geçen hafta Sunday Times Style’da, Tom Ford varken Tom Ford olunabilir mi demiş. Olunabilir, üstelik Haider Tom Ford’un geçmişinde kaybolmuyor da…
Haider Tom gibi seksi olabilirken aynı zamanda man of classy taste de. Jean Paul Gaultier couture’da yapmış olduğu siluetler de vardı, ipek gibi kayan renkli derin yırtmaçlı elbiseleri gibi. Haider şov notlarında Tom Ford geceyse ben gündüzüm demiş. Ford’da, seksi, çırılçıplak kalarak yapmak isteyebilirdiniz, Haider’de kıyafetler üstünüzdeyken de orgazm olabilirsiniz.
Haftanın diğer muazzam güzellikteki şovu Dries Van Noten’dı. Dries’in yanında yetişmiş Julian Klausner o kadar iyi yetişmiş ki, belki haberlerin farkında olmayan biri için bu koleksiyonun yine Dries’e ait olmuş olabileceğini düşünebilir.
Son koleksiyon için Milano’ya geri dönüyorum.


Prada her sezon bir soruyla başlıyor. Ama sordukları soru, bu koleksiyonu marketing ekibi pazarlamak istediğinde nasıl bir context yaratsın telaşından ziyade gerçekten bir soruyla başlıyor. Bu kez irdelenen şey güzellikti. Biraz şu anki İlkbahar/Yaz 2025’in devamıymış gibi. Hayır kıyafetler açısından değil, ama karakter analizi gibi. Cindy Shermanvari kampanya ve Otessa’nın ona eşlik eden minik kitabının yanında American Vogue mart sayısında Character Studies başlıklı bir editöryal çekim vardı. Bu aralar modada her şey ve herkes farklı karakterleri analiz etmek istiyormuş gibi. Bu Prada da yine öyle.
Kürkler burjuvaydı, ama saçlar öyle değil. Küçük siyah elbiseler de, çiçekli kumaşlar da, bukle bukle büzülmüş etekler de, polly pocket mod deriler, 60’ların kısa seksileştiren kürkleri, orta yaşlı milanese lady’ler ya da bütün hatlarını örtmeye yemin etmiş billie eilish taktiğini uygulayan elbiseler…yine bir sürü karakter, bir sürü hikaye. ki esas ilgilendiğim de bu zaten…
Haftanın kapakları






i-D geri döndü. Yeni yayın şirketinin sahibinin Karlie Kloss ve pis işlere sahip ailesi olduğunu bilmek bir taraftan da internette takip edip, aklı başında, politically correct olduğuna emin olduğum kişilerin kadroda görmek kendi ahlaki değerlerimi, sosyal medya olmasa hepimizin bu ahlaki değerlerle ne kadar önem verip vermeyeceğini sorgulamama yol açtı.
Hollywood Report’ın en sevdiğim sayılarından biri: Power Stylists. Yıl boyu kırmızı halılarda, ödül törenlerinde, filmlerinin press cycle’larında ünlüleri konuşturan, sosyal medyada bir discourse açılmasına yol açan kişiler onlar. Bazen bir hikaye anlatıyorlar, method dressing yapıyorlar, bazen de en hype tasarımcılarla yan yana getiriyorlar.
Ben artık Çince öğrenip Çin’e falan taşınmak istiyorum sanırım. Bu Loewe look’u çok güzel ve poetik. Avrupa sarayında birilerini etkilemeye çalışan egzotik bir outsider vibe’ında. (egzotiki ırk açısından demiyorum.) Bu look Wallpaper kapağından ve Icon El Pais’in Jamie Dornan çekiminden sonra da şimdi Another Man China’da.
Vogue Ukrayna. Yani buna yazacaklarımı tahmin ediyorsunuzdur. Çok güzel.
Dünyanın en güzel evini kapak yapmak… ZATEN! Casa Brutus!
Haftanın fotoğrafı
Rooney Mara, dragon tatoo’lu kız olduğu zaman Tisci Givenchy’deydi. Ve ikisi goth princess hikayesini çok güzel satmıştı. Clare geldiğinde Rooney artık daha olgundu ama yine Givenchy prensesi olmaya devam etti. Burton’la beraber Mara geri döndü. Peki defile sonrası partide neler oldu? Rooney’nin yanında Givenchy’e çok yakışacağını düşündüğüm Vanessa Kirby ve Babygirl yönetmeni Halina Reijn.
Teşekkürler, görüşmek üzere!