Recap #76
bültende: jeff bezos,labubu,love,couture, martin margiela, balenciaga,
Haftanın şarkılarını dinlerken akıllarda birkaç soru:
Jeff Bezos, Vogue’u satın mı alıyor? Jonathan Anderson nehir kenarında overthink’lerken çantasını neden koluna geçiremiyor? Jonathan’ın Dior’unun kırmızı halıdaki ilk resmi gösteriminin Rihanna’nın çocuklarıyla olması… Isabelle Huppert, Balenciaga defilesinde hepimizin bir yaz günü büründüğü ruh halini mi canlandırıyor? Love Magazine geri dönüp ne yapacak? Hepimiz “Too Much” mı izliyoruz?
1000 küsür gün sonra yeni bir BlackPink şarkısı “Jump” sonunda geldi. Bi noktada “Crush”ı (hani Babygirl soundtrack’i olan) anımsatan bir yoldan çıkmışlık var sound’da. [Grup yeni dünya turnesinde ve ilk defa ne giyindiklerinden çok ne yaptıklarıyla konuşuluyor. Şaşırdım buna.]
Bu sırada Madonna da geri dönmek üzere; Veronica Electronica’dan “Gone Gone Gone”. Ray of Light döneminden yadigar.
Balenciaga defilesinden bu yana yine Sade çukurundaysanız ve “Ordinary Love” dinliyorsanız sizi çok iyi anlıyorum.
*Link’lerin neden Spotify yerine YouTube music’ten geldiğini sorarsanız. Fader, Daniel Ek’in Spotify geliriyle “savunma” sanayii’ye yaptığı yatırımı özetlemiş. Mubi, Spotfiy… Sırada kim var?
haftanın iki dergicilik olayı
Love geri dönüyor! Bu konuda kafam karışık. Çünkü Love, Katie Grand’ın bir projesiydi. Katie Grand, Conde Nast’la yollarını ayırınca ve Love’ı yanında alamayınca zaten gitti Perfect’i kurdu. Love şu anda Conde portolfyosunda değil, Paris merkezli bir kreatif ajans - Convoy tarafından satın alınmış. Ve ajansın kurucuları Juan Costa Paz ve Nordine Benotmane dergiyi çıkaracak. Elbette established marka olmanın işleyiş avantajı ve “GERİ DÖNÜYOR” başlıklı PR malzemesi işi kolaylaştırıyor. Yani işin matematiğini anlamakla beraber, duygusal kısmını kavrayamıyorum.
Juan Costa Paz, daha önce bütün Vogue’ların kreatif direktörüydü. İkilinin kendi portföyleri arasında Dior, Kenzo ve Louis Vuitton da bulunuyor. - ki bu artı çünkü; “cultural fashion magazine” sloganıyla yola koyulup endüstrinin bu tarafında güçlü bağlar bulunmadan işler ilerlemiyor. BOF’daki özel haberin ana başlıklarından biri şu: “2025’te dergi yayınlıyorsanız 1990’lardaki gibi hareket edemezsiniz.” Dergicilik 90’lardaki ayrıcalıklarından fersah fersah uzakta. Ve herkes bu 90’lar dergicliğinin görkemli ve - zengin hissediyor - ayrıcalıklarının anti-tezi slow living tadında dergi yapmak isterken bir taraftan da 90’lar American Vogue gibi bir şaşaa ve ilgi hayaliyle çalışmak istiyor. Love’cılar ne yapar, ne eder bu konuda net bir fikrim yok, ama “cultural fashion” kısmı beni esas heyecanlandıran. İçinden geçtiğimiz dönemde moda ve moda yayıncıları yine içinde yaşadığımız dönemin şart ve koşullarından, “cultural landscape”inden çok uzakta. Yeni bir görsel dil, Instagram’ı taklit etmeyen moda ve fotoğraflar ve anti-algoritma tarzında olup 2025 hissettiren bir içerik yapabilecekler mi göreceğiz. Dergi eylül’de geliyor, edward enninful’un dergisi de eylül’de geliyor.
bilmiyorum, dergicilik heyecan verici bir şey ama bir yandan da içinden geçtiğimiz koşullarla hâlâ dergide olmak akıl kârı mı gibi sorularım var? sanki dergicilik hayatın geri kalanı için bir “training season”. işi öğrenir, yaratıcı yönden kendini beslersin, network’ünü kurarsın ondan da markaya ya da marketing’e geçip parana bakarsın - diyeceğim ama içten söylemiyorum bunu.
jeff bezos, lauren sanchez için vogue’u satın mı alıyor? bu başlık bana türkiye’den ayrılabilirsin, ama türkiye’yi içinden atamazsın diyerek amerika’ya yerleşmiş bir gazeteci tarafından yazılmış gibi hissettiriyor. bir taraftan dünyanın yarısı bezos’ta diğer yarısı da bernard arnault’da olacakmış gibi distopik bir karnımın üzerine fil oturdu yılgınlığı da geldi. bezos daha önce parasını bir gazeteye - washington post’a yatırmıştı. bezos’un buradan para kazandığını sanmıyorum, bezos conde nast’tan da para kazanmayacak ve evet bu tür adamlar para kazanmak için bu işlere girmiyorlar ama para kazanamadıklarını görünce de hevesleri kalmıyor. neyse conde nast bugün bir aile şirketi neticede, esas patron ölmeden bir adam 100+ yıllık şirketini satar mı? ama anna wintour ve roger lynch (conde ceo’su) eminim önümüzdeki süreçte amazon’la çok daha fazla işbirliğinde bulunacaktır. (bknz düğüne katılan sydney sweeney iç çamaşırı markası piyasaya sürecekmiş ve para kaynağı da bezos-sanchez çiftiymiş.)
ayrıca tüm bu geri gelen dergiler furyasında kimsenin details’e el atmaması…
my own private idaho ve çağrışımları
Yüzyılın en sıcak yaz günlerinden birinde, Pera Müzesi’nde Gus van Sant’ın iki süper film birden gösterimleri kapsamında My Own Private Idaho izledim. Görevlinin/salonun yasağına rağmen iced-americano, minus elimde sigara filmi izlerken aklıma random gelen tek şey yukarıdaki Dreamers sahnesi oldu. Hayır daha önce hiç böyle bir çağrışımda bulunmamıştı zihnim bana.
Sonra nedense Michael Pitt’in bembeyaz giyinmiş bir şekilde şehirde -aylak adamvari yürüdüğü aklımda kalmış. (Hayır Pitt beyazlar içinde değilmiş.) Belki bu ara Wimbledon dahil bütün erkeklerin beyaz giymesinden dolayı kaynaklanıyordur bu çağrışım. (Ayrıca Aylak Adam’ı yeniden okumam gerektiğini bir kez daha hatırlamış oldum böylece).





Şimdi tüm bu çağrışımlardan “hiç filme odaklanabildin mi?” diye sorabilirsiniz ama bir de raf simons’u düşündüm sürekli. “my own private antwerp” başlıklı koleksiyonu vardı ama o kendi markası içindi. calvin klein yıllarında hiç filmden ilham almış mıdır gibi düşünceler silsilesine kapıldım, sürekli popüler kültürün en malzemesel donelerini kullanılıyordu çünkü…
Markası Raf Simons’da Sonbahar/Kış 2001 için “riot, riot, riot” başlıklı koleksiyonu vardı, ve bir sonraki sezonda da ruh devam etmişti.
Filmde sürekli kirli ve pasaklı duran, eskimiş denim ve deri ceketler, ekoseler ve hoodie’ler görüyoruz. Van Sant’in anlattığı hikaye çerçevesinde zaten böyle olmalı ama tam o yıllarda yükselişe geçen grunge için de iyi bir ilham kaynağı.




Fonda Kraftwerk ve New Order çalarken queer sokak çocukları, gençlik isyanı, kırılganlık ve dışlanmışlık… (ki zaten simons koleksiyonlarının genel havası). Raf, Amerikan gençlik kültürüne, bağımsız filmlere ve fotoğrafçılığa olan ilgisini zaten her seferinde söylüyor ama nedense geriye dönüp direkt bi calvin koleksiyonu ve parçası aradım. (taktım!!!!!)



Gus van Sant, Highsnobiety’ye daha önce bir röp vermiş ve kostümleri hazırlayan Beatrix Aruna Pasztor için şöyle demiş.
She would just go in the bins and find all this stuff.
(glenn martens’in yeni maison margiela artisanal koleksiyonu da böyle hissettiriyor. ama bunun hakkında yorumlar aşağıda).
Hedi’nin zengin züppe, burjuva genç Celine’ini saymazsak, Dior Homme’daki 2000 ortası siluetleri de benzer bir noktada hele ki Sonbahar/Kış 2005 “Luster” koleksiyonu.
Filmde de şöyle bir cümle geçiyor, can sıkan…
“I only have sex with men for money”
duygusal ticaret, bedensel dışavurum, ve queer arzuların peşinde kırılganlıkla güç arasında gidip gelmek… Tim Blanks de o zamanki Dior Homme koleksiyonunu şöyle anlatıyor.
Slimane is infatuated with the vulnerability and cockiness of those young men.


random
Birçoklarının aksine lisedeyken üniforma giymeye bayılırdım. hele tişört yerine gömlek giymeye… gömleği hâlâ da çok seviyorum ama wimbledon’da paul mescal’i ve dior başta olmak üzere bütün o ilkbahar/yaz koleksiyonlarını gördükten sonra, havaların biraz serinlemesiyle birlikte yeniden kravat takmaya başlasam hiç de fena olmaz diye düşünüyorum. bu kış artık biraz sweatshirt’leri geride bırakabilirim sanırım.






Orijinal Birkin’in 8,6 milyon euro’ya satıldığını öğrendiğinizde verdiğiniz ilk tepki ne oldu? - Kim there are people that are dying? Birinin ego tatmini, tarihe tanıklık etme isteği? (hermes çanta aksine) Beni de büyüleyen, beğendiğim bir sanat eseri aynı değerde alıcı bulsaydı benzer tepkiyi verir miydim? Bir çantaya - neredeyse 9 milyon euro ödeme fikrini rahatsız edici bulmam beni modafobik mi yapıyor? yoksa carrie bradshaw tonlamasıyla you just dont get it, midir?
Gangnam Style ve Pokemon Go’dan bu yana ilk küresel trend labubu. Sanki Güney Kore ve Japonya’dan sonra Çin de kendi soft power’ını oyuna sokmaya hazırlanıyormuş gibi. (Covid-19 espirisi yapmayacağım, burası close friends olsa yapardım.) Evet herkes yazıp çiziyor, ama bu hafta kapalıçarşı’da, sahte dior, miu miu ve bottega’ların üzerinde sergilendiğini görünce.. OK! Sanırım geçici bir heves yerine gerçek bir ikon olduğuna ikna oldum. Peki yine aynı soruya geri döneceğim. Trendi başlatan gerçekten BlackPink üyesi Lisa mı? Labubular o kadar popüler oldu ki röportajlarda öznelere hakkında ne düşündüklerini sormaya bile başladılar. Sarah Jessica Parker’ın şoka girdiği anı gördünüz mü? - labubu, tanımıyorum!! (and just like that çevirmiş kadın sen, kime havan tabii!)
Evet labubu bireysellik, evet labubu çocukluk nostaljisi, evet labubu anti-clean cut mükemmelliyetçiliği ve evet labubu mizah ama NEDEN LABUBU?
too much’ta ilk dört bölümü geride bıraktım. ve evet sanırım bu yaz seyredeceğimiz en iyi şey. lena dunham’ı özlemişim.
(ama geri kalan herkes gibi ben dizi hakkında yazmayacağım). baş karakterimiz jessica’da bir parça hannah sezsem de, lena dunham bu hafta “girls karakterleri acaba şimdi nerede olurdular?” sorusunun cevabını vermiş. umarım hbo max yetkilileri ilhamla dolar ve lena’cığım neden bunu biraz genişletmiyorsun diye bir toplantı düzenlemek ister? yani evet her güzel şeyin devamı olmasa da olur ve olmamalı da ama lena dunham’ın yazdığı iki satır, this should’ve been an e-mail kıvamındaki and just like that’ten daha umut dolu…
bu fikir üzerine biraz daha düşünmek istiyorum yani yalapşap geçiştirmek istemem ama and just lile that, materialists falan düşünürken hepimizin end up etmesi gereken/ edebileceği “this one ex” mantığı çok can sıkıcı. girl, geçmiş geçmiştir…
pedro pascal ona dizine kadar uzanan saint laurent çizmeleri giydiren stylist’i julie ragolia’yla yollarını ayırarak adele, mikey madison ve jeremy allen white’ın giydiklerinden sorumlu jamie mizrahi ile çalışmaya başlamış. so far so good. pedro’nun bir süredir internette çizdiği kişiliğin devamı gibi. bakalım jamie break the internet moment’ları yaşatacak mı?
sadece bir gözlem, eskiden moda çekimlerini, kapakları falan konuşurken stylist’lerin/moda editörlerinin de isimlerini anardık. sanki artık her şey sadece fotoğrafçıdaymış gibi davranıyoruz. geçen gün deep dive lara stone imajlarına düşünce ve 0000lerin bütün o muhteşem isimlerini görünce aslında sorguladım. Ib Kamara ve keşke Vogue’dan bu kadar çabuk ayrılmasaydı dediğim Gabriella Karefa-Johnson (politik değerleri ağır basmıştı, haklı olarak) aklıma ilk gelenler. Ama yani bugün kim var? Vogue Italia ya da UK’in kapaklarını kim yapıyor? Yeni Versace kampanyasının arkasında kim var? gibi gibi. Style eden kişi deyince bütün roller celeb stylist’leri tarafından çalınmış durumda.
Bir başka not. Geçen hafta mesela Celine defilesinde övgünün çoğunu Brian Molloy topladı. Molloy aynı zamanda The Row’u da style eden kişi. The Row SS 26 lookbook’unda aşağıda soldaki look’u gördüğümde arkadaşlarımın dm’lerine çöküp şöyle giyinmek istiyorum dediğimi hatırlıyorum. Yeni Celine de The Row da tekil ürünlerden çok kendinizi nasıl göstermek istediğinizle alakalı. Özellikle son sezonlarda Miu Miu’da Lotta Volkova’nın yaptığı gibi.


the row, celine Anna Wintour’un da favorisi olan LL Bean Tote’ların Şehir Hatları’yla collab yapmasını isterdim. Bu ülkeye dair en çok sevdiğim şeylerin başında ŞH’nın logosu geliyor çünkü ama tote bag’lerine pek fazla ısınamadım hiç. Geniş hacimli içine her şeyi sığdırabileceğiniz bir şey tasarlasalar. Hadi belki Mavi? lol!
Sahici her şeyin asıl rengi! “Friends of the house” bir süredir dillere pelesenk olmuş bir moda terimi. Yeni değil tabii. Yakın zamanda lokal ve görece daha minik markalar, Nackiye ve Fhatt, ünlü olmayan ama çalıştığımız sektörden tanıdığımız, markanın eksenindeki gerçek insanları kampanyalarının yüzü olarak kurgulamayı tercih etmişti. +++ Geçen hafta JW Anderson’ın bir başkalaşma sürecinde olduğundan bahsetmiştim. Jonathan bu hafta bu yeniliğin somut detaylarını Resort 26 koleksiyonuyla sundu. Evet Ben Whishaw ve Joe Alwyn de vardı kıyafetleri taşıyanlar arasında, ama JW’nun her an yanında olan Luca Guadagnino da, İKSV okulundan mezun olduktan sonra Institute of Contemporary Arts’ın direktörü olan Bengi Ünsal da… Yaratıcı bir kişinin yaptığı işe sevdiklerini dahil etmesi, onlarla kutlaması kadar insanı iyi hissettiren bir şey yok sanırım.
Vanessa Kirby bu hafta Fantastic Four’un promo turunda Sarah Burton’ın ilk Givenchy’si ve Jonathan Anderson’ın final Loewe’siyle. (Stylist’i Carey Mulligan ve Margot Robbie’yi de giydiren Andrew Mukamal).


Suprise!!! It’s a girl. Francesco Risso ardından Marni’nin yeni kreatif direktörü Meryll Rogge. Uzun zaman sonra gay olmayan beyaz bir erkek ataması… Heyecanlıyız. Antwerp okulundan mezun, Marc Jacobs ve Dries Van Noten tasarım ekiplerinde yer aldıktan sonra 2020’de kendi markasını kuruyor. Sırada Marni! Andam ödüllü tasarımcının ilk koleksiyonunun ne zaman geleceği belli değil.
paris couture ve diğer moda haftaları notları
yılın ilk yarısını ve iki önemli moda haftasını -sonbahar/kış ready to wear & couture- geride bıraktığımıza göre…
En iyi debut kimindi? (hepsi sırasıyla)
Sarah Burton, Givenchy
Glenn Martens, Margiela (Artisanal)
Haider Ackermann, Tom Ford
Michael Rider, Celine
Jonathan Anderson, Dior (Men)
Veronica Leoni, Calvin Klein
Peter Copping, Lanvin
Eylül’de göreceklerimiz heyecan sırası
*Bu aralar birçok tasarımcının, diğer tasarımcılara destek olmak için şovlarına gittiklerini görüyoruz, evet elbette konsept yeni değil. ama bir sürü high-profile değişikliğin olduğu bir yılda bunları görmek güzel. pierpolo da demna’nın son şovunu izleyenler arasında, ki artık kendisi markanın başında. ama bu fotoğrafı çok sevdim. sanki sokağın köşesinde sinsice dikilerek geleceği gözetliyor gibi…
Matthieu Blazy, Chanel
Jonathan Anderson, Dior
Pierpaolo Piccioli, Balenciaga
Dario Vitale, Versace
Jack & Lazaro, Loewe
Louise Trotter, Bottega
Simone Belloti, Jil Sander
Mark Thomas, Carven
*Demna Gucci’de ilk koleksiyonunu gelecek şubatta sunacak.
Celine:
Göğsümü gere gere Michael Rider’ın Celine’inin, Anderson’ın Dior Men’inden çok daha iyi olduğunu söylemek istiyorum. Rider yeni bir okul, cult başlatacakmış gibi bir his… Hadi bakalım. Herkes için bir şey vardı, ki bu da mağazalarda işe yarayacakmış gibi. Gece kıyafetlerinden hafta sonu escapade’lerine, it bag’lerden logolu tişörtlere göre. math is mathing. eminim pazar araştırmacıları konuya benden daha çok hakimdir, ama paris defilelerin en yoğun yaşandığı şehir. bir moda haftası sırasında herhalde günde 10 defile falan yapılıyor. Celine’in sezon dışında couture başlangıcında sunulmasını istemezdim, sürüden ayrılarak insanın aklında kalması trick’i ve daha çok konuşulması arzusu, satın almacıların daha çok ilgisini çekeceği düşünülmesi doğru tabii. [ama iyi bir koleksiyon hep çok konuşulabilir. matthieu’nun ilk bottega’sı, chemena’nın ilk chloe’si].
Michael Rider celine debut’sunu low profil tutmayı tercih etti. tom ford, givenchy ya da dior men gibi yeni norm sayılan defile öncesi preview’ler yapmaktan kaçındı. bu arada simone belotti de eylül’de sunacağı şov öncesinde preview niyetine bir müzik şovu yolladı.
dior, fendi ve valentino’nun olmadığı bir couture sezonu… eh chanel oradaydı ama fiziken, ruhen sizlere ömür (gelecek sezona kadar), bay armani hastalığından yeni ayaklanmış olsa da paris’e gelmemiş. kısacası kurak günler…
couture’u ikiye ayrılabiliriz. flamboyant bir dramatiklik, minimal ve duygusal bir dramatiklik. viktor & rolf, robert wun, giam valli ilk kategoride. more is more. drag race’in moda projeleri gibi. hacimli kiyafetler. glenn’in maison margiela’sı ya da demna’nın koleksiyonu ikincisinde, soft power.
chanel:
Instagram’ı etkisi altına alan virgin mary, firijit bej estetiği coco chanel’in köklerine döndük storyline’ı chanel’in defile setting’ini oluşturuyordu. salondan buram buram naftalin kokusu yükselirken ruhu modernleştirmek için kristen stewart, lily rose, jennie ya da dua lipa silahı bile kullanılmamıştı. öyle ki cadde-chp teyzesi kıvamındaki konukların yaş ortalamasını sofia coppola’nın it girl’leştirdiklerimizden misiniz sınıfından kızları bile kurtarmıyordu? peki şimdi bunu yazarken aklıma ne geldi. matthieu blazy, vanessa ve lily-rose ile tanıştı mı? aileye şirin gözükmeye çalışan üvey baba kıvamında mı?
schiaparelli:
daniel roseberry’nin elindeki “tarifeler defterinden” dali ve elsa sözcüklerini çıkarırsak geriye ne kalır bunu epey merak etmeye başladım… bu tür zamanlarda nicholas’ın (ZATEN!!!!) ve demna’nın balenciaga’da yaptıklarına çok daha fazla saygı duyuyorum. arşivden soyut bir detayı alıp içinde bulunduğumuz çağdaş dünyada onu somutlaştırmak gibi bir yaklaşımları var çünkü onların. oysa daniel’in de nostaljiye kapılıp gitmiş olması can sıkıcı.
bu kez savaş öncesi paris’teyiz 30’larda…
[ilginçtir galliano’nun son margiela artisanal’ı da 30’ların paris’indeydi. ve birbirinden tamamen farklı iki koleksiyon].
tamamıyla siyah-beyaz(gibi) olan koleksiyonun orta yerinde üç kırmızı elbise vardı. defileyi ön sıradan izleyen kişi ise dua lipa. sanki roseberry dua’nın royal albert hall performanından en az benim kadar etkilenmiş ve ondan ilham alarak tasarlamış gibi. aksi halde neden… kırmızılardan ilki can yakan güzellikte sanırım yarı transparan, revenge dress’in daniel’cesi gibi, bir diğeri cate blanchett, michelle yeoh ya da nicole kidman sınıfından bir oyuncunun oscar’ını kucaklarken giymek isteyeceği türden, en sonunucusu ise daniel’in oyunu. ters yüz edilmiş bir korse elbise gibi, göğüsler ve gövde sırt tarafında ve orada bir kalp atıyor. defilenin konuşulmaya değer tek yanının mesela vogue runway’de slayt’larında olmayışı insanın garibine gidiyor.



kırmızılar dışında hoşuma giden ikinci bir seri daha vardı. 30’ların paris’inin underground queer yüzü gibi. metropolis’ten fırlamış marlene dietrich karakteri yaratın kafanızda mesela.



balenciaga:
dergilerden ya da kreatif direktörü oldukları modaevlerinden apar topar yollanan ya da muğlak açıklamalarla yolları ayrılan birçok yaratıcı tanıyoruz. tasarımcılar sunduklarının final olduğunu bildikleri durumda bile izleyici bunu bilmediğinde taşlar yerli yerinde yine olmuyor. demna’nın son balenciaga couture defilesi bunlardan biri değildi. ayrılacağı haberi geçen bahar gelmiş olsa da yeniden canlandırdığı couture atölyelerinde temmuz takvimi için son kez bir şov hazırlığı içinde olduğunu da duyurmuştu. bu yüzden şovda hava farklıydı. modeller, cannes film festivali’nde cinsel gerilimi yüksek monica bellucci’nin yönetmenleri bir bir sıraladığı gibi bir sese yürümeye başladılar, bu ilk değildi. daha önce de isabelle huppert terzilik kanunlarını okumuştu şov müziği olarak. demna’nın erkek arkadaşı bfrnd normalde balenciaga soundtrack’inden sorumluyken bu kez defilede yürüyen modeller ve demna’nın yakın çevresinin isimlerini dinlediğimiz gösterinin sonunda bir de sade çaldı. giderayak demna’yı sevmem için tüm zemin hazırlanmıştı sanki. reklam kampanyası skandalının arkasından demna’nın balenciaga günlerinin sonuna geldiğini konuşuyorduk bu sebeple o günden beri de hep bir remix/best of koleksiyonu hazırlıyor gibiydi. bu da ondan farksız. couture’larını hep rtw koleksiyonlarından daha fazla sevdiğimiz yazmıştım, bu ise Sonbahar 2021 couture kadar şok etkisi yaratmasa da yine de güzeldi ve finalinde duygulanacağımı tahmin etmezdim. balenciaga’nın başında olduğu günden beri demeyeceğim, çünkü o zamanlar seviyordum, ama kanye’yle arkadaşlığını ilerletip kendini tanrı ilan ettiği hemen hemen 2010’ların sonundan beri kendisine şüpheyle yaklaşıyordum. son koleksiyonunun sabahında nu-look’un instagram’ı için 10 yılın küçük bir recap’ini yaparken fark ettim aslında gerçekten trend set eden ve gidişatı değiştiren bir vizyoner kendisi. muhtemelen gucci’de yapacakları bu kadar şok etkisi yaratıp ayılıp bayıltmayacak ama… bamboo saplarından hüseyin çağlayan’ın tahta eteği gibi bir şey tasarlamadığı sürece. ki bu da benim aklıma geliyorsa yeterince şok edici olamaz zaten…
maison margiela artisanal:
eylül 2001 sayılı vogue’da sürüden ayrı kalan tasarımcıların bir araya getirildiği bir dosya konusu var. oliver theyskens kabaca şöyle diyor: “belçika’da ruhu hissetmiyorsak üretemeyiz”. bir belçikalı olarak glenn martens de bunu yaptı.
belçika’nın old master gotik sanatçılarının işleri margiela’nın ceketkeri, etekleri üzerinde, tavan arasında unutulduğundan sararmış canvas’lar gibi üstler. köklere inmek deyince de glenn… (kendisi margiela tarihindeki kreatif direktör olan üçüncü isim)
defilenin davetiyesi antika bir kaşık. defile alanı ise yıkık dökük duvarların bir araya geldiği tiyatro sahnesi sanki.
1989 koleksiyonunda ilk karşımıza çıkan yüzleri gizleyen maskeler, tıpkı martin margiela’nın hep saklanmayı tercih ettiği gibi. taşlı metaller distopyası ya da irving penn’in şu kayışlaşmış surat derisi referanslı rugby toplu suratı gibi.




referanslanan bir diğer koleksiyon sonbahar 98


tıpkı martin margiela gibi koleksiyona bit pazarlarından, vintage store’lardan toplanan parçalar/kumaşlar da dahil edilmiş.
son olarak;
bütün o canvas, eski avrupa, kilise,
the cross and the mill ve charlotte rampling’in yüzünü gözümün önüne getirdi.
haftanın kapakları
gucci’nin bütün kapakları aldığı bahar 2024 sayılarından sonra sahne givenchy’de sanırım. doechi ve anne hathaway sırasıyla vogue uk ve usa’in ağustos kapağında. sayılarının hepsinin fanı olmadığımı rahatça belirtebilsem de chioma’nın vogue uk için muazzam kapak isimleri seçtiğini inkar edemiyeceğim. kaldı ki yanılmıyorsam bu doechi’nin ilk dergi kapağı. böyle bir adım atmak cüret ister. yılın en hype’lanan ismini göz ardı etmek de cüret ister. anne hathaway konusunda ilginç olansa versace ve valentino’yla adı çok fazla anılan, hatta onların reklam yüzü olan bir kadının full givenchy koleksiyonuyla fotoğraflanmış olması. belli ki satın alınmış bir iş; tam da bu yüzden sarah burton’ın favori kızlarından birinin yer almasını tercih ederdim.
vogue fransa ise bir kez daha bana özlediğim vogue paris’i ve nostaljisini veriyor. gerçi eskiden ağustos “collections” sayısı olurdu ve dergide kimi zaman tek bir moda çekimi yayınlanırdı. Ki bu genelde 887 sayfa olup her bir koleksiyondan bir önemli parça fotoğraflanırdı. bu kez full saint laurent hikayesi ve ekip St. Barts’a gitmiş. 2000’ler jet set nostaljisi ve adada YSL leoparları. UGH






gerçek ya da sahte. pedro pascal kapaklarının her türlüsüne varız.
paris review kapağında tyler mitchell fotoğrafı. (hani vogue tarihinde kapak çeken ilk siyah fotoğrafçı.)
haftanın fotoğrafı
I need someone to hold me close, deeper than I've ever known
Whose love feels like a rodeo, knows just how to take control
When I'm vulnerable, he's straight-talking to my soul
Conversation overload, got me feeling vertigo
teşekkürler, gelecek hafta görüşmek üzere








