Recap #38
Geçen hafta harcadığım en iyi para, The Crown'ın son sezonu, Beyoncé ve dört bir koldan Nicole Kidman ve Greta Gerwig, Victoria Beckham thirst traps
Bülten mail kutunuz için uzun gelebilir, yarıda kesilebilir. Full hali için.
Newsletter yayıncılığının Rihanna’sı diyebilirsiniz bana. Düzensizliğin, verdiği sözleri asla yerine getirmeden arayı çok fazla açmanın kralı. Neyse bu günah çıkarmayla başlayan girişi klasik açılışla tamamlayalım da yolumuza devam edelim.
Başlamadan önce… Bu hafta en çok
dinledim. Her yıl, hemen hemen aynı dönemlerde izlediğim filmler vardır. Les Chansons d’Amour da bunlardan biri. (Genelde 14 şubat gibi.) Aşkın her türlüsü, bakması ve izlemesi inanılmaz güzel insanlar, Chiara Mastroianni, Louis Garrel, Ludivine Sagnier ve Gregoire Leprince-ringuet. Christophe Honoré ne çekse köpeğiyiz. (Son filmi hariç: Winter Boy) Neyse bu soğuk ve puslu, soğuk ama güneşli, soğuk ve yağmurlu havaların bende çağrıştırdığı tek şey bu filmin soundtrack’i oldu. Ellerinizi cebinize sokuşturup yürümeye devam edebilirsiniz.
Son zamanların mutlu edenleri
Lena Dunham’ın yeniden bir şeyler çekecek olması. Üstelik Will Sharpe’nin de başrolde olması… Dunham bir taraftan cancellanmanın kitabını yazmış olabilir, ama mesela bu kız aynı zamanda da öyle bir dizi yazdı ki üstünden 10 sene geçse de politically correct’liğinden bir şey kaybetmemiş, dönemin ruhunu yansıtmaya devam ediyor ve asla cringe değil. Tabii ki Girls’den bahsediyorum, ama bu yeni Netflix dizisi için de çok heyecanlıyım. (2023 highlight’larından biri de herkesin sözleşmeden tekrardan bu diziyi izlemeseydi.)
Greta Gerwig’in 2024 Cannes Film Festivali’nin jüri başkanı olması. Normalden erken ve festivalin resmi iletişimi dışında bu haber düştüğü için başta, “YOK ÖYLE BİR ŞEY” minvalinde bir düzeltmenin yayınlanacağını düşünsem de korktuğum gibi olmadı neyse… (Bu kısım aslında bu e-posta size geçen hafta gelseydi içinde ne olacaktı konulu.) Gelelim bu haftanın Greta haberine. Noah Baumbach ile evlendiler. Belediyede, sonra da konser izlemeye gitmişler. Pek araştırmadım ama ortalıkta - “işte aldatırsanız sonuç olarak evlenebilirsiniz” temalı tvitler vardı. Bir de aldatmalı yönetmen ilişkileri mevzusu açılınca film twitter yeniden Hong Sang soo ve Kim Min hee ilişkisini de masaya yatırdı. İkilinin bütün filmleri de kalp ben. Sıkıcı ama kısa. Süper. (Bazen bu newsletter’ı üstünkörü okuyup geçenler için çok üzülüyorum, satır aralarında çok fazla bilgi kaçırabiliyorlar. LOL)
Another Man gelecek sezon, Nisan 2024’te geri dönüyor. Pandemi başında Another’la birleşen derginin yeni de bir ekibi var. Bir süredir TikTok’ta orada, burada dergilerin yeniden “in” olduğuna dair çok fazla içerik de görmeye başladık. Bunlardan biri mesela.
Haftanın bir diğer dergicilik haberi. (Mutlu ettiğinden değil de yeri geldiğinden bu başlık altında.) Tam ecnebilerin deyiş şekliyle - Kristina O’Neill, WSJ Magazine’i geçtiğimiz 10 yıl boyunca yönetirken dergiyi putting on the map yapmıştı. Bildiğimiz Sotheby’s gelecek yıl medyaya da el atıyormuş. Ve bunun başına da Kristina’yı getirmiş. Not another white women çığlıkları duyuldu. Ve bipoc editörlere hiç şans tanılmadığı da yazılıp çizildi.
Nicole Kidman, Big Little Lies’ın setinde mi, Nine Perfect Strangers’ın mı? Bu dizinin de devamı gelecekmiş. İkincisi çekilecek kadar sevilmiş miydi? Neyse, kadronun bir kısmı, en azından benim ilgilendiğim isimler
internetin favori daddy’lerinden Murray Bartlett- diziden screenshot’lar meme’leşsin diye seçilmiş belli.
internetin favori mother’ı Chrsitine Baranski - ağzından çıkan her cümleden sonra twitter’da (hâlâ elim X demeye varmıyor) SHE ATE, OMG SHE IS SO MOTHER FOR THIS diye tvit atılsın diye seçilmiş belli.
ve filipino kadrosundan Dolly De Leon. Hatırlarsanız geçen sezonda internetin ve Hollywood’un en iyi jawline’ına sahip Manny Jacinto vardı.
Aras Aydın! Ne alaka ben de bilmiyorum. Kendisini daha önce sadece İnsanlar İkiye Ayrılır’da izlemiştim. İzlemediyseniz de muhakkak…
Haftanın tek Nicole Kidman haberi bu değildi. MaxMara paltosu ve Harris Dickinson’la Baby Girl setinden ilk fotoları geldi. Konu Kidman ve paltolar olunca A+ bir içerikle karşılaşacağımızı Undoing’le test etmiştik. Bu filmin styling’i de epey bir ağız sulatacak.
BİTTİ Mİ? BİTMEDİ! Haftanın bir diğer Kidman haberi… Yine bir dizi. The Farewell’in (hani Awkwafina’nın Guggenheim’dan burs alamadığı film) yönetmeni Lulu Wang benim her zaman izlemekten çok keyif aldığım tarzda bir dizi yönetmiş Prime video için. Ensemble bir cast ve iç işe geçmiş hayatlar. Expats’ı izlemek için epey heycanlıyım bu yüzden. Bir de Kidman’ın kadın yönetmenlerle çalışma sözünde durduğunu görmek de sevindirici. Neyse Ocak’ta geliyor.
Bir Kidman sekmesi daha açayım mı? Herkes Eyes Wide Shut’taki Jean Paul Gaultier kıyafetli ve tenis raketli kareyi paylaşıp duruyodu. Muhabbet biraz EWS’ın christmas filmi olması şakasından kaynaklanıyor tabii.
Woke Brooklynlilerin pek de hoşlanmadığı American Vogue kapağı beni çok mutlu etti. Kapaklarda özellikle de Vogue kapağında Sienna Miller’ı görmek hep bir homecoming ya da cosy. Ki bu sayının fotoğrafı da öyle. Çekimin geri kalanında pek bir marifet yok. 1996’da celeb’ler nasıl çekiliyorsa aynı formülden dewamke. Halla en sevdiğim Sienna kapağı, Cass Bird kadrajından ELLE UK ama.
1 Ocak sabahı soğuk ama güneşli bir deniz kıyısında uyanmak istedim bu kareleri görünce. The last movie stars of our generation and the nexts, Timothée Chalamet ve Zendaya yeni Dune trailer’ında öpüşüyorlar. O kadar best buddies coded bir ikili ki, it’s not giving… Ama that’s ok! (Bu da geçen haftanın newsletter içeriği olacaktı. Bayat haber neyse.)
Yeni Vogue China, ama kapağından daha çok kapağın docu hissi veren filmleri. (Videolar için kapak kızı Chu Wong’un profiline gidebilir ve postlarındaki ikinci içeriğe kayabilirsiniz.)
Bu hafta beni üzenler + The Crown’ın son bölümleri
Andrew Scott’ın, “I am in my sad era” açıklaması. Sarılmak için müracat nereden?
Ruben Östlund, Greta’nın Barbie’sini beğenmemiş. Bir internet rivayetine göre Oscar komitesindeki yönetmenler de benzer fikirdeymiş ve Greta’nın yönetmen olarak aday olamayacağı yönünde konuşmalar var. Hele durun bakalım.
Variety’nin directors on directors serisine katılmayı kabul eden James Cameron’un, greta gerwig’le yüzleşmeye bile tenezzül etmeden zoom’da buluşması. zaten en başta variety’nin ikisini bir araya getirmemesi gerekiyor. SOFIA COPPOLA VE GRETA match’i dururken. ama all time fave golden globe monologlarımdan birinde, amy poehler’ın da dediği gibi… james cameron’la yaşamak bir torture… Bu hafta ne çok Greta konuştuk. You go girl.
The Crown’ın final sezonu ya da final sezonunun final part’ı diyelim sıkıcı olmak konusunda bir masterclass. Mesela 5. bölüm. This meeting could be an email gibi. Kısa bir hisle, moodla ya da 3 dakikada geçiştirilebilecek bir şeyken bütün bölüme yayılmış. Bir tarafta çığlık çığlığa kızlar diğer taraftan yalandan baba-oğul çatışması GROUNDBREAKING! neden william’a bu kadar invest ediyor dizi, future king olduğu için mi? bu bölümler biraz ucuz daytime soap opera’lar gibi kalmış. ya da kraliyet hakkında pr çalışması yapan hello uk tarafından hazırlanmış bir belgesel gibi. onun dışında birkaç not:
genç middleton’da tam bir emma watson sıkıcılığı var.
margaret bölümü HER ŞEY
ve bu sezondan hakkını yiyemiyeceğim tek şey: Natalie Imbruglia’dan Stardust’a oradan da Portishead’e kadar uzanan bir soundtrack.
günün sonunda belki de bu kadar yakın döneme gelmeden diana ölümüyle sonlandırmaları gerekiyordu.
şu anda crown izleyen jenerasyon zaten olayların tümüne hakim. belki de bu dizinin en büyük marifeti pek de bilmediğimiz yönleri bize izlettiği zamanlardı.
Middleton ve prensin zoraki aşkı peki ve halkın hoşuna gitmeyen her olayda da “biliyorsunuz değil mi bu dizi kurmaca” savunması. sure grandpa now lets take you the bed.
Ünlü açıklamaları
Dakota Johnson vs Julianne Moore
Kimselere unutturmak niyetinde değilim. Dakota Johnson’ın kaç saat uyuduğunu hepinizin görmüşsünüzdür. Ya da biz fanilerin- beyaz yakalıların günlük çalışma saati kadar. Johnson kadar malzeme verebilen ve bunu yaparken komik olmaktan geri kalmayan kaç ünlü var?
Moore da patates püresi hakkında kötü konuşmuş. Aslı İnandık’ın Martha Stewart seslendirmesi gibi bir olay bu da.
The actress, 63, revealed that mashed potatoes rank at the top of her least favorite foods list — and she can’t understand why other people don't feel the same.
“Why do people like mashed potatoes? It’s just mush. It’s just mush!” she said.
Beyoncé ve candid fotoları
Hani Türkiye twitter’ında en çok kullanılan kelime var ya. AURA. Bir de aşksız, seksiz ama gördükleri her fotoğrafa azan bir kitle var. Sonra birileri o fotoğrafa azıyor diye herkes aynı fotoğraftan çekip paylaşıyor.
Bir de c-list local influencer’lar var. c-list markaların her etkinliğine koşan, hayatını yapmacık bir lükste yaşayan tipler. Input’u olmayan, ama güzel diye takipçi kitlesi edinmiş. Tüm gün geziyor. 48 k takipçisi var.


İşte Beyoncé I’m afraid ama Instagram’da tam da böyle. Produce edilmemiş, promo işleri dışında kamera karşısına geçince başka bir alter ego daha çıkıyor. bu çıkan sasha fierce değildir herhalde ama işte yukarıda bahsettiğim. Verdiği pozlar falan. Neyse tam bir çabasız komiklik.
Bir de Beyoncé hiç Prada ve Louis Vuitton kadını değil. Ve bu ikisinden bir şey giydiğinde acayip mutlu oluyorum. Ama Beyoncé ne kadını ondan da emin değilim. Yukarıdaki tanıma bakacak olursak Balenciaga olabilir. Versace ve Balmain, içinde gizli tuttuğu tacky yanı dışa vurmasına yardımcı oluyor. Bilmiyorum bu kadın çalışırken bambaşka biri çalışmadığı zamanlarda bambaşka.
Haftanın kapakları
British Vogue’un Ocak sayısı geldi. Üç farklı kapak, üstelik üçüncü opsiyonda üç kişi. Hiçbirinin de yeteri kadar commanding ve kiosklarda bütün bir ayı tek başına sırtlayamayacağını düşünmüş olmalılar ki bu opsiyonlar var. Şaka şaka geçen ay celeb doluydu, ama yine çok opsiyon vardı. Ama yani… Neyse, kapakların biri o nadir anlardan ve grimsi, beyazımsı, kremsi stüdyo karesi değil. WE WON! Amber Valette doğada fotoğraflanmış. Amber’in de tıpkı McMenamy, Moss, Naomi ve Linda gibi solo kapak hak ettiği konusunda hemfikiriz herhalde. Diğer opsiyonlardan biri de Emma Watson. Oyunculuktan vaz geçse de hala ünlü! Shrug emojisi. Bir Alexa Chung değil ama it girl olarak hâlâ booked and busy. Good for her!
Laetitia Casta bize bu hafta Madame Figaro diye bir derginin varlığını hatırlattı.
Monica Bellucci. Ultimate seductress! Brioni ve Cartier ile Esquire China kapağında.
Vogue Yunanistan, seneye smooth, mellow bir başlangıç yapıyor. Tıpkı Vogue Usa gibi. Yalnız derginin başlığına ANIMAL ISSUE demek.
Bu derginin dünyadaki hiçbir edisyonuna ısınamıyorum. Hele birçok ülkede yayıncıları hakkında hep kötü haberler çıkarken. Ama PAST LIVES’ın bence asıl yıldızı olan Teo Yoo, Lofficiel Hommes Singapur kapağında. Ona eşlik eden de Cartier. (İç kareleri daha iyi.)
İki Selena Gomez kapağı birden. Vogue Meksika ve Japonya ortak yapımı. Kazanan tabii ki Meksika.
Robert Pattinson ve tırnaklarındaki Edward Cullen sticker’lı ODDA kapağı.Tabii ki Dior sponsorluğunda.
Paul Mescal ve Andrew Scott’ın yan yana geldiği bir başka içerik. Flaunt kapağında. Full Gucci ve Cartier ile.
Bu aralar internetteki en güzel şeyler
Genelde visually stunning şeyler
Criterion’ın Mart seçkisi ve All the Beauty and the Bloodshed’in kapağı.
The Zone of Interest’in bütün afişleri.
Ryan Gosling I’m Just Ken - Christmas edition’u.
Paul Mescal ve Andrew Scott’ın biraz Call Me By Your Name’de tırmanılan dağın tersine akışı gibi, biraz da Lobster filmini anımsatan sahne gibi. Kapak oldukları Flaunt bir TikTok video’suyla resmen break the internet yaptı.
Tsai Ming Liang, Berlinale’de göstereceği yeni filmi Wu Suo Zhu’dan ilk kareyi yolladı. Efsane The Fall’u anımsatıyor bu kare ama yani o kadar. Bir anlam yüklediğimden değil.
New-gen sinema yıldızlarının hepsini toplayan The Sweet East’in afişi.
Kate Winslet tarafından çiğ çiğ yenmek istiyorsanız yalnız değilsiniz. Yeni dizisinden ilk fragman geldi. İzle izle doyamıyorum. Gelecek sene her pazartesi (esas yayın günü pazar da işte bize gelişi) bölüm sonrasında Twitter’da CAPS LOCK AÇIP KATE WINSLET diye çığlık atacağım o belli.
En sevdiğim dergi fikirlerinden biri. Japonlar hakkında Fransızca basılan Tempura Mag! Yeni sayısındaki şu fotoğraf serisi. Son fotoğrafa bayılmış bulunmaktayım. (Öncekilerde pek marifet yok, direkt post’a gidebilirsiniz.)
Son zamanlarda beni depresif hissettirenler
Starbucks ve Nero’dan kahve almaya çok ok’im. Ama insanların buralarda çok fazla oturmalarını anlamıyorum. Zorunluluğun yoksa neden? Diğer bir taraftan da üç, dört masadan oluşan mahalle kafelerinde de boş yer bulamamak.
Bu aralar her zamankinden daha çok sinema salonlarının vizyon takviminin boktanlığına kafayı takmış durumdayım.
Neden herkes aynı giyiniyor. Neden herkes beş beden büyük bol şeyler tercih ediyor.
İstanbul çok kalabalık.
Nişantaşı’ndaki People of Coffee, go to mekanlarımdan biriydi. Son zamanlarda ne zaman gitsem beni hep çok mutsuz ettiğini fark ettim. İçerideki masalar neden beyaz örtülü ve hep boş. Kahve neden bu kadar pahalı? Mutsuz eden bir diğer yerde Galatasaray’daki Müz. Gölge kapağından beri İstanbul’da hiçbir şey eskisi gibi değil sanki?
Sofia Coppola’nın ve Britney’nin kitapları ne zaman Türkiye’ye gelecek?
Life recently
Stay True, geçen yaz sonunda San Francisco’da her kitapçının vitrininde yığınla gördüğüm satın almak için her seferinde elimi uzatıp sonradan gerşi çektiğim o kitaptı. Sonra bir gün İstanbul’da (Minoa’da karşılaşınca artık aldım.) Tereddüt etmemdeki esas sebep kitabın esasında anı türünde olması. Kim tanımadığı bir yazarın anılarını merak etsin ki? Yazarı Hua Hsu aynı zamanda New Yorker yazar kadrosunda. Amerika’da dergicilerin hem yazar, hem dergici olma olayına bayılıyorum. Bir gün ben de inş. Ama kendimde o sabrı, ışığı ve sanırım bir şeyler anlatabilme hevesini görmüyorum. Neyse. Kitaba gelelim. 90’larda Bay Area’dayız. Hua Hsu’nun kendi kendine zine yaratma çabası tabii ki başlı başına kahramanımızla relate edebilmemi sağladı. (O yollardan geçen biri olarak.) Ama kitap esas olarak acısı, kaybı hakkında. Üniversiteden Ken. Sadece bu da değil bir de Amerika’da ikinci jenerasyon bir Asyalı olmak da söz konusu. Bu sene acı kayıp sonrası yazılan ve yine bu kimlik meselesinin masaya yatırıldığı ikinci kitabımdı bu. (İlki Crying in H Mart.) Bence Hua Hsu’nun kitabının marifeti yani tanımadığınız birinin günlüğünü karıştırır gibi okumak yerine kurmaca bir romanın sayfalarını binge’liyormuşsunuz hissinde olması. 90’lar, müzikleri, hip-hop kültürü ve kılık kıyafeti de o kadar iyi anlatıyor ki, arkadaş ortamları Bling Ring’in başka bir versiyonu. Bir de kitabından bahsederken Vulture’a şöyle demiş.
“As I was writing it, there would be moments of intense joy,” he said, “because I would feel like I was hanging out not just with Ken but all of our friends.”
Geç de olsa sonunda Evil Does Not Exist’i izledim. Hamaguchi reisin bütün filmografisini Drive My Car’ı izlerken tüketmiştim. Ve filmi izleyene kadar adamın beni hangi açıdan büyülediğini unutmuşum. Evil Does Not Exist dünyanın en iyi original score’una sahip olmak dışında koca bir hiç. Yani bir arkadaşım bana gelse ve böyle bir film yapacağım dese, “e burada ne var” diyebilirim. Yok benim vizyonsuzluk seviyesi değildir. Ama işte filmin büyüsü bu. Yakın zamanda iklim krizi ve eco temalı eminim çok fazla şey izleyeceğiz. Bu yeni janrın da güzel temsilcilerinden olacak bu. Bir Japon köyünde glamping yapmak isteyen büyük şehirli birkaç insan ve yerel halkın temiz suyu bulandırma uyarısıyla başlayan olay. İnsanın içine gizlenen şeytan ve ahlaki düşüncüleri de en kritik anlarda ortaya çıkıyor. Kelimelere dökerken hikaye o kadar da alelade değilmiş gibi. Ama film o kadar “çabasız” iddiasızlıkta akıyor ki... Bence senenin en iyilerinden.
Geç de olsa vol2! Aslında sırf hepsini biriktirerek binge yapma arzusuyla beklettiğim A Murder At The End of The World’ü bu hafta izleyip bitirdim. Popüler kültür ya da kültür sanata dair insanın özlediği - ya da benim- birkaç şey olabiliyor. 2000’lerdeki tadını bir daha asla bulamayan yeni bir Almodovar ya da Ozon filmi, Vaness Paradis’nin o güzel sesinden yeni bir şarkı gibi. Brit Marling işleri de böyle. Röportajlarını okumak yetmiyor. Aklının nasıl çalıştığını bilmek için daha çok vakit geçirmem gerekiyormuş gibi. The OA acısını henüz atlatamadan yeni dizisini sene sonuna doğru yollayarak akıllıca bir hamle yaptı, ki yine de fazla konuşulmadı ama 2024’ün en iyi dizisini kucağımıza bıraktı. Succession’ı aratmayan bir lokasyon, Ruben Östlund çekse hikaye nasıl devam ederdi yaklaşımı. Brit Marling dünyasına has korku ve gerilim. Agatha Christe günümüzde yaşasaydı cinayeti zamanın ruhunu yansıtan hangi öğelerle birleştirirdi gibi. Bir de Hamaguchi filminde olduğu gibi. Orada tema eco, burada eco ve new tech. Bunun evil ve ahlaki açıdan yanları gibi.
Halil Altındere sergisi. - A Brief History of My Three Years. Star Wars meets, minyatur ve AI. Biraz Nicolas Ghesquire dünyası gibi. Nedense gerçekten tüm bu farklı şeylerin tek bir ürün verme fikri sadece Nicolas’ı çağrıştırdı bende. Çok güzel sergi.
Sinan Logie, Öktem Aykut’ta. Bende uyandırdığı: Bir eser duygularınıza hitap etmiyorsa sadece dekoratif bir nesne midir? Sergi metnini okumadan bir şeyler çağrışım yapmıyorsa sorun sizde midir?
Ambidexter’daki Zach Hodges- Warm Beer sergisi. Bir önceki Hilmi Can sergisinin devamı gibi. Bir galeriyle gittiğiniz nelerle karşılaşacağınızı bilmek de çok iyi. Hani go-to mekanlar gibi. Sanırım burası benim için Galerist, Pilot gibi… Ne zaman gitsem iyi bir şeyle kesin karşılaşırım hissi.
Gerçek hayatta ünlü görünce heyecanlanan insanlardan değilim, ama bu Sex and the City maratonunda ikonik sahnelele karşılaştığm sırada sanki yolda Beyoncé’ye rastlamışım gibi hiseediyorum. Carrie’nin, Aidan’ın onu mail yoluyla görebildiğini düşündüğünü an gibi, ya da şu aşağıdaki sahne gibi. Hayatını yazarak kazananan ya da şu koşullarda dünyanın en az kanzandıran meselğinde bunun gerçekliğini, hayal etmeyen editör/ yazar yoktur gibi.
Neyse; Carrie bu hafta nihayet John Berger’la tanıştı. İlişkileri devam etse nasıl olurdu? Power couple in publishing. Greta ya da Noah gibi. Ya da Greta ve Ethan Hawke’un filmleri vardı ya hani. Ya da Private Life’taki gibi. Geceleri seks yapmak yerine New Yorker ve Karl Ove okuyup entelektüel sohbetlere dalarlardı. (Editörün notu be bülteni yazmak neredeyse 15 günümü aldığı için her bir yerden Greta örneğinin çıkması tesadüf mü, değil mi?)
Geçenlerde bir GQ sayısından sonra mainstram dergiciliğin nasıl da flop era’sında olduğundan bahsetmiştim. Bu hafta da bunun tam tersini söylemeye geldim. W Magazine’in yeni Art Issue’su dergicilik konusunda bir masterclass. (Bu yüzden en başa geçtiğimiz hafta harcadığım en iyi para dedim. -Neyse bence hâlâ flop era’sında da arada güzel işler yapılınca daha çok heyecanlanıyorum.) Genelde, ben, içeride yeteri sayıda fanı olduğum insanı görünce bir dergi için “ya bu sayı iyiydi” diyebilirim. Ama bu seferkinin tek nedeni bu değil. Kapak konusu Yorgos Lanthimos ve Emma Stone. Kapakta vesikalık Stone fotoğrafı olabilir. Ancak iç karelerin hemen hiçbirinde yok. Yani hepsinde var ama hepsi de geniş açılı Yunan sokaklarının ortasında varla yok arasında duran bir Stone. Her oyuncu bunu kabul edecek kadar egosuz değildir. Gelelim bunun dışında neler olduğuna. Dergi sizi inanılmaz eğlendiriyor. Mesela sanatçı Kenny Scharif’in foto albümü gibi. Sizi yeni bir tasarımcıyla tanıştırıyor. Duran Lantink. Soyut sanat yapan new gen kadın sanatçılar dosyası var mesela. Bunu Foundation Louis Vuitton’da devam eden Mark Rotho sergisi hakkında bir yazı takip ediyor.
Sayfaları çevirmeye devam. Bu kez Beef’ten Ali Wong’un yaşamak istemeyeceği ama kocasının ayılıp bayılacağı tarzda bir galericinin LA’deki evindeyiz. Angela Han’ı muhteşem ev fotoğrafları çektiği için bir kenara not edin. Hep François Hallard övecek değiliz. Tıpkı Maria Grazia ve Dior gibi W da Meksika’ya çevirmiş yolunu. Farklı disiplinlerden farklı kadın talent’lar. Arkasından Türkiye’deki dergicilerin pek beceremediği şey geliyor. Ürün çekimi - still life çekimler. Sanatçı Gillian Wearing özel bir portfolyo yaratmış mesela. En sevdiğim fotoğrafçı Jamie Hawkesworth’ün couture portfolyosu sonra. Taptığım kadın Malgosia Bela başrolde. Kısacası dergi ikonları veriyor, bir dergiden beklemediğiniz şaşırtan bir kapak çekimi sunuyor. Sizi yeni yüzlerle tanıştırıyor. Tanıdık yüzlere yeni işler veriyor.
W’nun yeni sayısı okul gibiyken British Vogue’un Aralık sayısı da first class eğlence. Dergiden çok sevdiğim beş tane şeyi sıralamak isterim ama.
Alessandro Michele’nin evinin print halini görmek.
Theo de Guletzl’ın mücevher çekimi. Bulgari fotoğrafı harika duruyor.
Tek bir süpermodelle yapılan çekimleri neredeyse özledik. Gigi Hadid’in Angelo Pennetta tarafından çekilmiş şu karesi.
Moda kredilerinde yeniden Grace Coddington’ın adını görmek. Ve bize bağımsız Amerikan sineması tadında kare vermesi. Ve fotoğrafların tam bir Annie Leibovitz işi olması!
OG it girl Alexa Chung 40 yaşına basarken dergi için 40 şey sıralamış. 34. maddeyi aklınızda tutmak isteyebilirsiniz. “If the bottom of your jeans become to narrow/wide for whatever’s fashionable, cut them into shorts.
Moda dünyasında neler oluyor?
Farfetch satıldı. Güney Kore’ye
Hazır mıyız? Moda maratonu başlıyor. İki hafta sonra erkek moda haftaları ve couture konuşmaya başlıyoruz. Bunun için de resmi takvimler geçtiğimiz günlerde açıklandı. En çok merak ettiğim Robert Wun!
Louis Vuitton yeni bir konsept yarattı.VOYAGER! Mirasını bavullar, art of travel sloganı ve sürekli seyahat eden şovlar üzerine kuran bir marka için gayet güzel. İlk Voyager şovu için Şanghay’a gidiyoruz! Nisan’da.
Göz atmak isteyebilirsiniz
Victoria Beckham’ın David üzerinden paylaştığı thirst trap’ler. Peki Vic bize ne anlatmaya çalışıyor?
Girl just wanna have some fun?
En iyi erkek bende, sahip olabileceğiniz tek şey paylaştığım içeriklere salya akıtmak.
Love machine kısmını biraz daha açabilir miyiz? Considering video’daki hareketler…
Greta Lee’nin iki büyük fanı. Teo Yoo ve John Magaro, NY Times’da.
How did the two of you get to know each other?
MAGARO We were kept apart until the scene where the two characters actually meet. We were really lucky to have a crew of people who were able to facilitate Celine’s wish, so that night when we finally did meet, we got to share this real experience that made it into the movie. But after that, we went back and hung out in our trailers for a while. We had a drink, we had a toast and we got to break the ice a little bit.
Burada spoiler içerebilecek bir sahne üzerine konuşuyorlar. Ama..
YOO Yeah, I always talk about it in terms of vulnerability. I’ve watched a few of those YouTube reactions to the movie, and I see those faces that they make: “Ooh, awkward.” And I’m like, yeah, that’s exactly the sweet spot, that vulnerability, because it gives way to human beings who are able to get hurt a little more, but that also gives human beings kind of a passage to get loved a little more. That vulnerability is a space that is a bit more needed nowadays, and I feel people are seeking that out and thirsting for that.
May December çok güzel, ama Charles, Julianne ve Natalie’nin promo turu daha da güzel. İnternetin geçen hafta en çok sevdiği şelerin başında bir gazetecinin ikiliye Riverdale’i ve Melton’ı izleyip izlemedikleri sorduğunda gelişiyor. Bir de üçlünün genuinely birbirleriyle çok iyi anlaştığını görüyorsunuz ya, Böyle şeylere daha çok mutlu oluyorum.
Max Berlinger yazdıkları okumaktan zevk aldığım biri. Bu kez Artnet News için “HANGİMİZ DAHA ÇOK SANATSEVERİZ - Loewe mi Bottega mı sorusunun (bunu max değil ben soruyorum) taraflarından Bottega’nın geçtiğimiz sene boyunca artsy duruşu için neler yaptığınının çetelesini tutmuş.
Benim gibi Evil Does Not Exist’i yeni seyretmiş olan varsa, ya da filmi izlemeden de hakkında bir şeyler okumak isteyenler olursa diye Another Magazine’deki Ryusuke Hamaguchi röp’ünü de şuraya bırakıyorum.
Sydney sweeney ve Glen Powell. İkilinin arasında sıfır elektrik olduğu söylenmişti, ama burada belli ki aksi söz konusu. Ayırca NO WAY ASLA İnanmam. Is Sydney Sweeney republican? sorusu bayaa çıkarılmış.
Variety’nın 2023’ün kıyıda köşede kalmış filmlerini sıralamış.
Home Alone bugün çekilseydi bir Paris seyahati kaça mal olurdu? Vulture styla gazetecilik Washington Post’a kadar sıçramış.
Blast from the past
Telefonuma kaydettiğim bir fotoğrafı buraya da koymak istedim.
90’lardan bir American Vogue fotoğrafı. Geçtiğimiz aylarda businesscore temalı bir yazı yazmak için internetin kuytu köşelerine düştüğümde karşılaştım. Bir fotoğraf karesine dönemim bütün ruhunu yakalayabilmek. Nefis. Steven Meisel TABİİ Kİ! Grace Coddington style etmiş. Angela Lindvall ve Carolyn Murphy de modeller. Ağustos 98
Haftanın Fotoğrafı
All of Us Strangers setinden!
Bu bülten senenin son haftalık recap’iydi.
Gelecek hafta 2023 listeleriyle görüşmek üzere!
Müz, bizim ofisin dibi ama biz de gitmiyoruz. Eski tadı kalmadı.
Cihangir BiKahve'yi tercih ediyoruz.